Ay ışığının gecenin karanlığında ormandaki ağaçların kuruyan dallarının süzülerek bütün gün devam eden kar yağışıyla tuvale dönüşen zeminde rüzgarın eşliğinde dans eden ağaç dallarının gölgelerini usta bir ressamın fırçasından çıkan resim misali çizerken, iki gündür hiç bir şey yemeden yaptığı yürüyüşün yorgunluğunu giderebilmek umuduyla, uykusuzluk ve yorgunluktan kapanan gözlerini son bir gayretle açık tutarak, karlı zemine bata çıka soğuktan donmak üzere olan burnuyla havayı koklayıp, dikili kulakları ile ormandaki rüzgar melodisi dışında başka sesleri dinleyerek, geceyi geçireceği bir yer arıyordu.
Kaybolduğu yolda, biraz soluklanmak ve dallardan üzerine düşen kardan kurtulmak için durakladı, silkinirken aklına; topluluklarına gelen yabancının anlattıklarının uyandırdığı merakı gidermek için yapmak istediği yolculuk düşüncesini anlattığı en yakın arkadaşının söyledigi *içinden çıktığın toplumunu, yerini unutursan, gideceğin yolu kaybeder, vardığın yerde yok olursun*. sözü kulaklarında çınladı. Havayı tekrar koklayıp burnuna gelen değişik bir kokunun verdigi güçle hızla o yöne doğru ilerledi.
Bugüne kadar özgürce yaşamış olduğu dağlarda ve ormanlarda hiç karşılaşmadığı (yabancının anlattığı gibi) üzerinden kokulu sis çıkan ve önünde çok sayıda kendisine benzeyen, sarmaşığa benzer seylerle birbirlerine bağlı hemcinslerinin olduğu ağaç yığınını gördü.
Sevinç içinde, korkusuzca, gecenin şerrinden onlara sığınırım düşüncesiyle sevinçle yaklaşırken, onun gelişinden rahatsız oldukları anlaşılan hemcinslerinin (Gecenin şerrinden değil, insanın sahtekarından korkacaksın) ileri atılarak çıkardıkları ses ve davranışları, sevincini bir anda korkuya dönüştürdü
Ağaç yığınından dışarı fırlayan iki ayaklı yaratığın elindekini ona doğru uzatıp büyük bir gürültüyle bir takım şeyler atmaya başlamasıyla, korku içinde orada istenmediğini anladı (Yabancı bu yaratıktan hiç bahsetmemişti)
Korkunun tüm bedenini kaplamasıyla, geldiğinden daha hızlı bir şekilde, hemcinslerinin gazabından ve atılan şeylerden korunmak icin açlığını ve yorgunluğunu unutarak tekrar ormana girdi, arkasından hemcinslerinin ve dev yaratığın takip etmediğinden emin olana kadar kaçtı.
Kayalıklar arasında gördüğü ilk boşluğa yavaşça sürünerek girdi içerisi geniş ve sıcaktı, gözleri karanlığa alışamadan yorgunluğun ve açlığın etkisiyle ağırlaşan göz kapaklarına daha fazla direnemeden uykuya daldı.
Kayalık yarığından içeri giren güneşin vücudunu ısıtması ve açlığının etkisiyle gözlerini açınca, yabancının anlattığı yerlerde dost bulma ve macera uğruna terk ettigi kendi yurdundaki bilgelere benzeyen, bilge yaşlı bir kurdun sevecen gözlerle ağzında tuttuğu yiyecekle ona baktığını gördü.
Yaşlı bilge kurdun ikramını soluk almadan yedikten sonra, sığındığı yerin tavanından damlayan sudan oluşan birikintiden susuzluğunu giderirken, etrafını meraklı gözlerle süzüyordu, köşede bir annenin itinayla biri siyah biri beyaz olan iki yavru kurdu pak sütüyle beslediğini gördü.
Yaşlı bilge kurda yolculuğa neden çıktığını, gece sarmaşıkla bağlı kuvvetli oldukları belli olan çok sayıdaki hemcinslerinin ona karşı düşmanca davranışlarını, dev yaratığın canına kast etmesini anlayamadığını bir solukta anlatıp, annenin iki yavru kurdu eşit ve itinayla beslemesinin sebebini merak ettiğini sordu.
Yaşlı kurt, derin bir nefes aldıktan sonra, genç adama; Görmüş olduğun hemcinslerinin boynundakilerin adı tasmadır, hemcinslerinin önüne kemik atanlar (sözde dostları!!!) tarafından boyunlarına takılan kontrol ve esaret halkalarıdır. Onlar önlerine atılan kemik için birbirleriyle kavga ettikleri müddetçe, bizler gibi kuvvetli ve özgür olamayacaklardır!. Kuvvetli Millet olabilmek için çok sayıda olmak önemli değil, önemli olan aynı düşünce ruhunu içine sindirerek yaşamaktır. Çok yalan söyleyen, ruhsuz, milletinden başkalarını dost edinen, şahsi ikbal peşindeki yöneticiler, bütünleşmiş millet oluşturamazlar. Milletin parçası olmuş olanlar, birbirlerini öldürmezler, bilirler ki günü geldiğinde **her canlı ölümü tadacaktır ve sonunda dönüp huzurumuza geleceksiniz** (Ankebût suresi ayet 57) ayetine kalben inanırlar.
Gelelim annenin iki değişik renkteki kurdu eşit beslemesine. Bir Kızılderili kabilesi olan Cherokee’nin bir efsanesi, senin sorunun cevabı olacaktır; Efsanede siyah ve beyaz renkli iki kurdun arasındaki savaştan söz edilir, kurdun (nefis) biri kötülüktür, öfkedir, kıskançlıktır, aç gözlülük, kibir ve hatta üzüntüdür. Bir nevi, aşağılık ve ego hissidir. Diğer Kurt (ruh) ise, güç, nezaket, neşe, sevgi, umut, dinginlik, alçak gönüllülük, merhamet ve tabii ki huzurdur
Siz hangisini beslerseniz o kazanır, lakin bizim her ikisini de dikkatli bir şekilde eşit beslememiz gerekir zira her ikisinde de iyilik vardır. *Nefse tat veren, ruha azap verir, ruha tat veren, nefse azap verir.*
Çıkmış olduğun hayatı tanıma yolculuğunda karşılaştığın olaylarda, başkalarının hatasını aradığın gibi samimi olarak kendi hatanı ara ve başkalarına kızıp onları azarladığın gibi kendine kızıp kendini azarla, kendini içtenlikle affederek bağışladığın gibi başkalarını da samimiyetle bağışlayıp affet.
Hayatı derin bir kuyu olarak görüp, kuyunun derinliginden! dolayı abıhayat`a ulaşamamak olarak görmek yerine, elimizdeki ip (ilim ve bilim) ne kadar uzun diye sorgulamalıyız!!!