- HERHALDE UTANIRLAR
Adaşım, meslektaşım Yaşar Aksoy yıllardır Çeşme’yi mesken edindi.
Kitaplarını orada yazıyor, arada da dostlarından, ziyaretçilerinden söz ediyor, onları tanıtıyor.
Son konuklarından biri de, İzmir’i yıllar önce terk eden, motosiklet tutkunu bir gazeteci Hakan Akarcalı…
Zaman zaman isim ve meslek nedeniyle karıştırıldığım Yaşar Aksoy, birkaç gün önceki paylaşımında, ‘Tarihimin içinden çıkıp gelen motosikletli adam!’ yazısında fotoğraflarıyla Hakan Akarcalı’yı anlatmış ve yakında bu kez Moğolistan’a gideceğini belirtmiş.
Fotoğraflara baktım ben de eski günlere gittim.
Daha öncesi de vardı, örneğin Hakan’ın amcası Bülent Akarcalı ile…
Şu eski bakanlardan Bülent Akarcalı ile…
Yıl 1967-1968…
Ben Demokrat İzmir’de spor muhabiriyim…
Bülent Akarcalı ise daha sonra 30 yıl çalıştığım, İnci Baba’yı dövmek istediğim gazetenin spor muhabiri…
Birlikte amatör sayılan müsabakalara gidiyoruz.
İzmir’de yapılan Avrupa Snipe yani yelken yarışlarını takip ediyoruz.
Ya onun ya da o zaman hanım arkadaşı olan Belçikalı’nin citreon marka bir aracı var, Almanların Wolksvagen’i gibi…
Sonra birlikte Brüksel Üniversitesi’ne okumak için gittiler.e
Daha sonra siyasete atılan Saint Joseph Fransız Lisesi mezunu Bülent Akarcalı, ‘Haberleşelim’ diye kartvizitini vermişti.
Hiç unutmuyorum, soyadındaki (c) harfinin yerinde (J) vardı.
Herhalde adını- soyadını doğru okusunlar diye böyle bir yola gitmişti.
Bunları da Muzaffer Tezel ile konuşurken anımsadım.
*- KEYİFLE İZLEDİM
Hakan da bir gün sonra, ‘youtube’de, ‘Ege Sevdalısı Yaşar Aksoy’un Basın ve Sanat Müzesi Gibi Evinde Bir Gün!’ başlığıyla yarım saatlik bir video koymuş.
İnanılacak gibi değil, söylense inanamayacağım bir ‘Müze ev’i var Yaşar Aksoy’un…
Ancak Hakan Akarcalı gibi bir kişi en az bir saat irdeleyerek gezebilir.
Dedim ya, inandırıcı değil…
Hani televizyonlarda ünlüleri anlatıyorlar ya, hani bir küçük kitaplığın önünde, adaşım ve meslektaşım Yaşar Aksoy’un evini görseler utanırlar…
Bunları şöyle özetleyebilirim;
‘Çalmışlar, yazmışlar!’
Ne araştırma var, ne de uğraş…
Şimdi asıl noktaya, benimle ilgili kısma geliyorum…
Bakalım benim anlattığımı yapacak, içimizde kaç babayiğit var?
‘Evet efendim, haklısın ağbi, sen büyüksün’ deyip bu tiplerin önünde, düğme ilikleyenlere da kapak olsun…
*- ADI BİLE DEĞİŞTİ
Uzun süresini Meslektaşımız Yaşar Aksoy’un evinde geçiren ve değerlendiren Foto Muhabiri Hakan Akarcalı’nin elinde bir zamanlar söyleşi ya da haberini yaptığı gazete kupürlerinden biri dikkatimi çekti.
Sanıyorum çalıştığımız gazetenin ilavesinde ‘İnci Baba’ manşet yazısını gördüm
Gerisi okunmuyor.
Bu beni çok eski zamanlara, İzmir Büyük Efes Oteli’ne götürdü.
Büyük Efes Oteli İzmir’in ‘Saat kulesi’ ya da ‘Paraşüt Kulesi’ ya da ‘Kordonu’ gibi hafızalara yerleşmiş bir oteli.
Öyle ki, uluslararası ismi ola, İzmir’in beş yıldızlı iki otelinden biri olan, şimdiki ‘Swis Oteli’ bile, ilk zamanlarından sonra adının başına ‘Büyük Efes’i koydu.
Hatta ilk genel müdürü Alman’a söylemiştim, sonra şimdiki genel müdür Rıza Bey sanıyorum doğruyu gördü ve bunu yani uluslararası otel zincirinin İzmir’deki otelinin adının başına ‘Büyük Efes’i koyup, tabelasını değiştirdi.
Bu kolay bir iş değil…
Turizm ve otelcilikten anlayanlar ne kadar önemli olduğunu ancak biliyorlardır.
Belki bir gün bunu da yazarım.
*- AKLIMA ŞAŞAYIM
Bir zamanlar hazırladığım bir Fuar kitabında yerini ve tarihini, yangından tutun da düğün salonunu ve panayırı anlatmıştım.
Aklıma ne diyeyim?
Yaklaşık 100 sayfalık kitabı üç günde hazırlamış, sadece içine ‘Hazırlayanlar diyerek kendimi ve verdiği fotoğraflardan sadece birini kullandığım bir arkadaşımın adını’ yazmıştım.
Birisi de bunu İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Fuar yönetimine satmış çok büyük para almıştı.
Sonradan öğrendim, ‘Yaşar’a da verdim’ diye adımı kullanmış, halbuki ben bir kuruş almamıştım.
Ve bu güne kadar, sıradan maaşımın dışında hiç kimse ve kurumdan bir kuruş almış değilim, bir bardak çay da içmedim.
Bunu da gururla, göğsümü kabartarak söylüyorum.
*- TOKADI ATTIĞIM, MAFYA BABASI ‘İNCİ BABA’ İMİŞ
Fuar zamanları işim olmamasına rağmen, meslek ve çalışma azmi, tabii ilgi ve bilgi ile magazin muhabirlerine destek veriyor, normal görevimizin dışında yalnız akşam değil gündüzleri de haber peşinde koşuyordum.
Merkez genelde Büyük Efes Oteli oluyordu.
Meraklılar, İstanbul başta olmak üzeri Türkiye’nin her köşesinden gelenler, artistler- sanatçılar, sevenleri, bunlar gibi olmak isteyenler, eli cebine gidenler, aklınıza kim geliyorsa orada…
Bir ara, kısa boylu kabadayı birisi, bir meslektaşıma kafa tuttu, tehdit etti.
Herkes izliyor…
Yanına gittim, ‘Sen kimsin de biz gazeteciye böyle hepimizin önünde hakaret ediyor, tehdit ediyorsun?’ dedim.
Bana da bir hareket çekmek istedi.
‘Ben İnci Baba’ diyerek bir şeyler söyledi.
İlk defa orada, onun ‘Ben İnci Baba’ deyişinden duymuştum bu kabadayının adını…
Benim sabrım iki dakikadır.
‘Sen ne diyorsun?’, diye öylesine okkalı bir tokat attım!
Baktım, yanındaki adamlar bellerine, yani silahlarına davrandılar.
‘Gelin lan!’ diye söylenirken ‘Ben İnci Baba!’ diyen ve tokat yiyen kişi, onlarla birlikte yanımızdan uzaklaştı.
Hiçbir şey yapmadan, öylece seyredenlerden bazıları, ‘Sen ne yaptın? O İnci Baba, Ankara’nın haracını yiyen mafya babası’ diyerek sözde beni uyardılar.
Olay orada kapandı…
*- BARIŞMAK İÇİN GAZETEYE GELDİ
Bir gün sonra, öğle saatlerine doğru, gazeteye girecek güncel haberlerle boğuşuyorum.
Ege Bölgesi’nin her tarafındaki muhabirlerden gelen haberleri redakte ediyor, okunacak hale getiriyor, sayfalara yolluyorum.
Bu sırada danışmadan aradılar.
‘İnci Baba’ diye birisi gelmiş, beni görmek istiyormuş.
‘Gönderin’ dedim.
Genelde herkesin misafiri kabul edilmez, aşağıda görüşürdü.
Bir gün önce ‘Tokat’ attığım kişi elinde bir buket çiçek ve çıkolata ile geldi.
Adamları aşağıda kalmışlar.
Kabul etmemi istedi, özür diledi, kabahatin kendinde olduğunu, kendisinin Ankaralı büyük iş adamı olduğunu vurguladı.
Beni Ankara’ya davet etti.
‘Önemli değil, ben de herhalde bir şeyi sinirlenmiştim’ falan diyerek bir şeyler söyledim.
Yani, herkesin korktuğu çekindiği ‘İnci Baba’ ile kısa sürede neredeyse akraba olacak gibi dost olmuştuk.
Sanıyorum bir kadın şarkıcı ile birlikteymiş.
Hakan Akarcalı söyleşi yaptığına göre daha iyi anımsar.
Bir süre sonra ‘Su testisi su yolunda kırılır’ örneğinde olduğu gibi, gazete manşetlerinde ‘İnci Baba’yı vurdular’ haberini okudum.
Gerçekten üzüldüm…
Hiç kimsenin böyle bir sonu olmasını dilemiyorum…
Şimdi ‘İnci Baba’nın yerini başkaları almıştır.
Bunu polis biliyordur, bir de haraca bağladıkları…
*- BERGAMA’NIN YARISI ZEYTİNCİ
Bir zamanlar Bergamalı Gazeteci Tahsin Tuna’nın ‘Bergama’nın yağhaneleri’ ismindeki eserinden yararlanarak, iddiasını ele almıştım.
Tahsin Tuna, tarihte zeytinyağcılığın, zeytinciliğin merkezinin Bergama olduğunu anlatıyor, öyle ki ‘Biz hem Ayvalık’tan hem de Akhisar’dan bu konuda daha önceyiz!’ diyordu, anımsadığım kadarıyla.
Ancak bu iddiaları yarım kaldı.
Yani devam ettirmediler.
Şimdi takipçilerimden bir kişi dikkatimi çekti, ‘Emin Urgun’ beyefendi.
Anladığım kadarıyla zeytincilik kadar, tarihe ve arkeolojiye meraklı.
Hatta uzman bir kişiliği var.
Söylediğine göre:
‘Ordu için fındık neyse, Bergama için zeytinde aynı önemde.
Şehir nüfusunun yarısına yakını zeytincilikle uğraşıyor.
Sektör kuraklık nedeniyle olumsuz bir yıl yaşıyor, fiyatlar maliyetin altında.
Neyse olumlu düşünelim inşallah seneye düzelir diye ümit edelim.’ Diyor asker arkadaşına yazdığı mesajda.
*- YAĞLI VUCUTLAR
Bergamalılara göre;
‘Antik çağda, çocuklar ve gençler gymnasyonda spor yapardı.
Bu sırada bedenlerine mutlaka zeytinyağı sürürlerdi.
Çalışma sonrası bedenlerine toz-toprak, kurumuş ot yapışırdı.
Fotoğrafını gösterdikleri, ‘strigilis’ adı verilen bu aleti (ustura gibi ama kavisli) sapından tutup, vücutlarına bastırıp, sıyırarak, yağ ve kirden arınır sonra yıkanmaya giderlerdi.’
Bizim yağlı karakucak güreşçileri gibi…
*- ÖNEMLİ OLAN
Emin Urgun, ‘Bergama Dağıstan köyündeki zeytin programına Nuri Kiraz hocamızla iştirak ettik. Halkımızın %50 sinin zeytincilikle ilişkisi var. Bu konuda tanıtım çalışmalarına daha fazla ilgi göstermeliyiz.
Tv Tanıtım programları, zeytinyağı yarışmalarına iştirak gibi.’ Diyerek görüşünü belirtip, şöyle devam ediyor:
‘Zeytini üretmek kadar, tanıtım pazarlama önemli.
Tarihi özelliği, UNESCO sebebiyle yerli yabancı 500 bin civarında ziyaretçimiz var.
100 km. mesafede üç il ile komşuyuz.
Kısaca müşteri bizim ayağımıza geliyor.
Ziyaret sebeplerinden biri de zeytin ve zeytinyağı olmalı.’
*- ‘İKİ DİRHEM BİR ÇEKİRDEK’
Yine çok öncelerde yazdığım, çok ilginç bir hikayeyi Rahmetli Kaya Çelikkanat ağabeyimin ağzından anlatayım:
‘Doğada, bir bitkinin kendi her ne boyda olursa olsun, bir keçiboynuzu çekirdeğinin ağırlığının (200 mg) olduğunu, asla değişmediğini ve bu çekirdeklerin yüzyıllar boyunca Araplarda, Selçuklu'da ve Osmanlı'da
Elmas ve değerli taşların ağırlığını ölçmekte kullanıldığını ve bu nedenle bugün kuyumculukta 200mg karşılığı olarak kullanılan, ‘Karat / kırat’ ölçüsünün adının da Keçiboynuzunun, Latince ismi olan ‘ceratonia’ ve
Arapça ismi olan ‘carrat’ dan geldiğini yine anımsatayım
Ayrıca, Emin Urgun üstadın belirttiği gibi, 16 çekirdeğin ‘bir dirhem’ ettiğini söyleyebilirim.
İlave edeyim:
Bir de bunun üstüne,
‘Bir Osmanlı altınının 33 çekirdek (yani, 2 dirhem + 1 çekirdek) ağırlığında olmasından dolayı, Osmanlı'da çok süslü ve şık giyinenlere, zenginliğine atıfta bulunularak, ‘ALTIN’ gibi anlamında, ‘iki dirhem bir çekirdek’ benzetmesinin yapıldığını belirteyim.
Bu söz hala kullanılıyor.
Sanıyorum bunu okuyucularımızdan önemli kısmı biliyordur.
*- BERGAMALI OLAN ve OLMAYAN
Şimdi, Bergama’da da yanlış bilinen bir doğruyu uzmanımız, Emin Urgun hocamızdan öğrenelim.
Aslında fotoğraflarını görseniz konuyu çok daha iyi irdeleyebilirdiniz.
Tarihçiler bilir herhalde.
Resimdeki Gazi Umurbey Bergamalı değildir.
Bergama'da adı gecen Umur Bey; Kara Timurtaş Paşa oğlu Umur Bey'dir
Yıldırım Beyazıt'la beraber Timur'a esir düşmüş fetret devrinde Musa Çelebi, sultan Mehmet, ll.Murat komutanlarından olup askeri kimliği yanında ilmi yönünde ön plana çıkmış, bir çok çeviriler yapmış medreseler, hamamlar, camiler yapmış, medreselerine kitaplar bağışlamış bir komutandır.
*- YERİ SAPTANAMADI
Bergama'da hamam, cami yapmış, birçok değirmen, dükkân, çiftliği de vakfetmiştir.
Bursa, Biga, Edirne, Afyon birçok cami, medrese, hamam yapmış ve vakfetmistir.1461 tarihinde ölmüş olup Aydınoğlu Gazi Gazi Umurbey 1309/1348 yıllarında yaşamıştır.
Vakfiyelerine ait taş kitabeler Bursa Umurbey caminde bulunmaktadır. Bergama'da yaptırdığı Medrese ve cami yeri bilinmemekle beraber Ansarli cami civarında olduğu tahmin edilmekte olup mahallenin eski ismi de bazı kayıtlarda Umurbey olarak geçmektedir.
Bergama'da vakfettiği yerler; Begüm ovada ve Giresun'da (Savaştepe) değirmen, Adada ciftik, Bergama'da dükkan ve dükkan yerleri.