İslam inancına göre, Hz. Adem’in nurdan sütünü tavafı ile başlayan, Hz. Sit zamanında nurun kaybolmasıyla ortada kalan siyah taşın yerine inşa etti ve bir köşesine de siyah taşı yerleştirdi (Hacer-ül Esved), Nuh tufanı ile kumlar altında kalan dört köşe binanın, Allah cc emriyle Kâbe`nin bulunduğu yere, oğlu İsmail ile birlikte gelen (Bakara Suresi 127’de “İbrahim ve İsmail, Kâbe’nin temellerini yükseltiyordu: "Rabbimiz! Yaptığımızı kabul buyur. Şüphesiz ki, Sen hem işitir hem bilirsin”).
Kâbe’yi yeniden inşa eden Hz. İbrahim sonra, Habeş Krallığı’nın müstakil Yemen valisi Ebrehe Hıristiyanlığı yaymak ve Kâbe`den hayırlı olduğunu iddia ettiği (Kulleys/Kalîs) katedrali inşa ettirdi
Katedrale rağmen, cazibesini ve kutsallığını yitirmeyen Kâbe`yi yıkmak için 570 yılında Mekke`ye gelerek, Mekke halkının mallarına el koydu, Hz. Muhammed`in dedesi Abdulmuttalib’in de 200 devesi bunların içindeydi.
Abdülmuttalip’in ordugâha gelip sadece develerini istemesini hayretle karşılayan Ebrehe, neden sadece develerini istediğini sordu, Abdülmuttalip’in kendisine verdiği “ben sadece develerin sahibiyim, Kâbe’yi merak etmiyorum, zira Kâbe`nin sahibi koruyacaktır!” cevabı ile şaşkına döndü.
Ertesi gün hücum emri veren Ebrehe (Kuran-ı Kerim’in 105. Fil suresi) ordusundaki fillerin hareket etmediğini ve askerlerinin üzerine ebabil kuşları tarafından atılan taşlaşmış çamurlarla bozguna uğrayarak, perişan bir vaziyette mecburen Yemen`e döndü.
Günümüzde, Emperyalist kapitalist sömürgeci ülkelerin yöneticileri, Ebrehe`lik yapmaktan vazgeçmedikleri gibi işbirlikçi bedhahların şahsi ikballeri uğruna desteklerini alsalar da sonunda Vietnam, Afganistan örneklerinde olduğu gibi perişan bir halde geriye dönüyorlar.
Sahibi tarafından korunan Mekke şehri ve Kâbe Miladi 571, 20 Nisan’a denk gelen,12 Rebiyülevvel günü, apayrı bir nur ile aydınlanıyordu.
İnsanlığı güzel ahlaka davet ederek doğruyu yanlışı ayırt etmesine vesile olacak olan Kuran-ı Kerim’i insanlara anlatmakla görevlendirilen nur dalga dalga etrafa yayılarak, dünya üzerindeki insanların ebedi hayatları için hangi çalışmaları ve hazırlıkları yapmaları gerektiğini anlatacaktı.
Şöyle diyebilirsiniz, geçmiş zamanda, günümüzde ve gelecekte, insanların sorunları ile ilgilenen insanlar vardı var olacaklar da.
Kimdi bunlar, filozoflar, fikir adamları komutanlar, hükümdarlar, yazarlar, şairler, politikacılar vs.
Her ne kadar bunlardan bazıları faydalı da olsa, hiçbiri Allah’ın, insanlığın hidayete ermesi refahı mutluluğu için görevlendirdiği Peygamberlerin bıraktığı izi bırakmamıştır.
Nedeni çok basit ve açıktır. Bu insanların hükmetmek, düşmanlarını yenmek, topraklara sahip olmak, mal mülk sahibi olmak, benlik duygusunun doyumsuzluğu bastıracak çözümleri ve insan içindeki büyük cevheri görüp ortaya çıkarma çabalarının olmadığını görürüz.
Bunun tersi olan ve dünyanın neresinde olursanız olun görebileceğiniz, ahlak, adalet, merhamet şefkat, vicdan vs. gibi güzel huyların ortaya çıkmasına vesile olan, ahiret hayatının önemini, yaratana, insana karşı olan görevleri anlatan, insanlığa doğru yolu gösteren, peygamberlerin Kuran-ı Kerim ve daha önceki (insanlar tarafından tahrif edilmeden önceki) ilahi kitaplarda yazılanlarla ilgili yol gösterip davet etmelerine dayanır.
Kur`an-ı Kerim (Fatir 35/24) ayetinde açıkça beyan edilen “Hiçbir millet yoktur ki, içlerinden bir uyarıcı peygamber gelmiş olmasın.” “Her ümmetin (Allah'ın emirlerine davet eden bir yol gösterici) peygamberi mevcuttur." (Yûnus, 10/47)
Hatırlamakta yarar var kanısındayım; Hz. Adem`den Hz. Muhammet’e kadar geçen süre zarfında çeşitli kavimlere çeşitli zamanlarda peygamberler gönderildiğini, (İsra, 17/15) Kim hidayete gelirse kendisi için hidayete gelmiş olur, kim saparsa da kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü taşımaz. Biz elçi göndermedikçe azap edecek değiliz. Ayetinde görürüz.
İslam dini inancını taşıyanların örnek alacakları kişi olarak Hz. Muhammed (sav) yeter, fazla bile gelir. Günümüzde bazıları gibi ne idüğü belli olmayan çok sevdikleri, kerameti kendinden menkul insanların peşine takılarak, emperyalist kapitalist sömürgecilerin kuklası olanlara, Hz. Muhammed (sav) bir hadisi ile uyarmış olayım “Kişi sevdikleriyle beraberdir ve haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır”
Hz. Muhammed (sav) maneviyatta hicreti “Müslüman ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği kişidir. Muhacir ise, günahlardan ve yasaklardan uzaklaşandır” diyerek tarif etmiştir.
Şimdi kendimize soralım; bizler Hz. Muhammet (sav) gösterdiği yolda yürüyormuşuz ve ne kadar müslümanız. Günahlarından samimiyetle tövbe eden kişi, hiç günah işlememiş gibidir.
Gönlümüzün bu dünyada huzura kavuşması ve ahiret hayatımızı aydınlatması için etrafımıza iyilik yapmaktan kaçınmayalım, zira iyilik durgun suya atılan taşın yarattığı dalgalar gibi artarak devam eder.
Peygamberimize layık ümmet olma umuduyla Mevlit Kandiliniz mübarek olsun.