Dünya üzerinde insanlığın yaratılışından itibaren oluşan tüketim çeşitli şekillerde ortaya çıktığı görülse de, içinde yaşadığımız yüzyılda, yeni biz duygusu sahibi, insan ilişkilerinde yenilik isteyen, zorlayan, hayatı kendi doğrularınca! kuralların sınırlamadığı, özgür yaşamak! Ben odaklı hayatını kendi belirlemek isteyen düşünce sahibi, dünya hayatı odaklı (seküler) insanlar (bilhassa ülkenizde) bilgi çağı toplumunun teknolojik aletlerini (Bilgisayar. TV. Gazete.vs.) kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak, insanlarımızı gerçek dışı bilgilerle yönlendirmeleri günlük hayatımızda sıkça görülmekte.
Tüketmeye yönlendirilen insan, sosyoekonomik düzeyin düşüklüğünü gidermek için aşırı çalışmasına rağmen istediklerini elde edemediği için benliğinde oluşan doyumsuzluk, ben merkezli insanın psikolojisinin bozulmasıyla, doyumsuz bencil, inançsız, karamsar, ümitsiz, mutsuz bir insanın ortaya çıkmasına sebep olur.
Bu ruh halindeki insanlar zihinsel melekelerini, sorgulama yeteneklerini kendileri kullanamadıklarından, aile hayatındaki davranışları ve düşüncelerini de kapsayacak şekilde, günlük yaşamın her anında, yönlendirilmeye, yönetilmeye açık hale gelen insan olurlar.
Yaşadığımız dünya üzerindeki kalbur üstünde kalan *global seçkinlerin* ve devletlerin, düşüncelerine bağlı davranışlarını anlamak ve karanlık bölgedeki düşünce hedeflerinin ne olduğunu ortaya çıkarabilmek için, değişmeyen tek kural “İnsanın kendini, ülke insanını tanıması”dır.
Her gün çeşitli gazetelerde, siyaset, ekonomi ve yaşamla ilgili haberler okuyor, TV kanallarında yapılan çeşitli tartışmaları izliyoruz. Gazetelerde okuduğumuz makalelerde, sosyete haberlerinde (Cinayet ve trafik kazalarındaki kişiler hariç) ve TV yapılan tartışmalardaki (her şeyi çok iyi bilen) hep aynı şahıslar, bizleri bilgilendirip ufkumuzu genişletmekten uzak, kendi egolarını tatmin etmek, muhalif olduklarının yaptıklarına hep “tu kaka” demekte beis görmeyen, demokrasi havarisi kesilen zatı muhteremler.
Türk toplumu olarak, etrafımızı çeviren bunca *dostumuz!* varken gelecek nesillere, muasır medeniyetler seviyesini asmış, yaşanabilir özgür bir ülke bırakabilmek adına, bizden önceki Anadolu insanının, çalışarak, canları pahasına korudukları vatanımızı (Bugün de vatan toprakları için canlarını veren aziz şehitlerimiz gibi) bizlerin de, üretmeden tüketmek yerine, çalışan, üreten, gelişen, inançlı, vatanını seven, topluma saygılı, gerekirse gözümüzü kırpmadan canını verebilecek bir nesil olmalıyız.
Ülkemizin bu zor günlerde, sorumluluklarını bilen, yenilik ve farklılıkları anlayıp anlatabilen, işlerini hatasız yapma gayretinde olan, halkını hakir görmeyen, halkının inancı ile düşman olmayan, ülkesi için neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verebilen, laf üretmek yerine ülkesi ve ülke insanı için çalışarak zaman geçiren, tevazu sahibi, konuşurken karşısındakini hakir görmeyen, zor zamanlarda umutsuzluğa düşmeden çalışan, vs. İktidarda ve muhalefette sağduyulu siyasetçilere ve yöneticilere her zamankinden çok daha ihtiyacımız var.
Hemen her gün hepinizin telefonuna birileri tarafından çeşitli şekillerde hazırlanmış herhangi konuşmanın bir kısmı, gazete kupürünün bir bölümünden kesilip aktarılan bildirimler geliyordur. Siz hiç orada ülkemiz ve ülke insanımızın daha refah ve huzur içinde yaşaması ile ilgili insanları dostluğa çalışmaya, hoş görüye, saygıya davet eden bir yazı ya da bildirim gördünüz mü?
Birileri, birilerini sevmiyor siyasi fikirlerini beğenmiyorsa, o kişileri düşman belleyip “Düşmanımın düşmanı dostumdur” diyerek ülke bütünlüğü ve ülke insanının milli ve manevi duygularının aleyhine, kargaşaya sebebi olabilecekleri fütursuzca paylaşmakta sakınca görmüyorlar.
Ülkesini seven insanların yapması gereken, 1960’tan itibaren, Demokrasi ninnileri eşliğinde masalları söyleyerek uyutup rüyalar göstermeye çalışan global seçkin ve yerli işbirlikçilerine kulaklarını kapatarak silkinerek uyanmaları, eski rüyalar dünyasının tersine, günümüz dünyasının, ekonomi, sosyal, siyasi konularını, atalarından aldığı kültürel mirasıyla yoğurarak kendi insanının ve insanlığın geleceği için uygulama çabasında olmalı.
Tüketim toplumu dendiğinde aklımıza ilk gelen “Endüstri ürünlerini “bilinçsiz” bir şekilde sorumsuzca tüketen insan toplulukları gelir. Asıl tehlike ait olduğu topluluğun kültürel mirasına, inancına, ahlakına, gelenek ve göreneklerine aykırı davranışlar içerisinde, yabancı kültür ve inançların peşine takılarak tüketim toplumundan *ahlaken tükenen!* topluma doğru gitmek olmalı.
Hayatımız süresince tüketim toplumunun asalak bir ferdi olup tükenmemek için, başta kendimizi ve dostlarımızı iyi tanımalı, yapacağımız çalışmalarda ve ilişkilerimizde, ben merkezli olmak yerine biz olabilmeliyiz.
Bizin içinde olanların inançlarına saygı duymalıyız, zira insanlar; devletler gibi seküler olamazlar.