Yaşamın içinde birçok deneyim ve duruma tanıklık ediyoruz.
Deneyimlerimizle birlikte öncelikle kendimize ve diğerlerine yönelik zihnimizde birçok düşünce oluşuyor. Kimi durum zihnimizdeki düşüncelerin etkisini arttırırken, kimi ise düşüncemizin doğru olmadığını gösteriyor bize.
Gün içerisinde milyonlarca düşünce geçiyor zihnimizden ancak bazıları var ki zihnimizde, o ana kadar defalarca geçmiş oluyor, o düşünceye karşı daha duyarlı ve hassas olabiliyoruz.
Sık sık tekrar eden düşüncelere karşı öncesinde defalarca deneyimlerimizin olmasını bekleriz, dolayısıyla her seferinde aynı veya benzer sonuçlara varmış oluyoruz. Bu düşünceler bizde bir duygu ortaya çıkartıyor. Özellikle daha çok zihnimizden geçen düşüncelere karşı daha yoğun duygular hissedebiliriz, bir kere o duyguya aşina oluruz. Gün içinde zihnimizden geçen birçok düşünceye eşlik eden bir de duygularımız oluşuruz.
Bazen durduk yere ağlamak, bazen hiç kendimizden beklemediğimiz bir duygusal reaksiyon göstermiş olmak yaşamımızda deneyimlerimiz sonucu oluşan düşüncelerimizde saklı.
İnsanız, her duyguyu yaşıyor ve hissediyor olmamız sağlıklı ve olması gereken. Ancak bir duyguyu hissederken ve yaşarken, paylaşma şeklimiz çok daha kıymetli ve önemli.
Gülmek, gülümsemek, kahkaha atmak yalnızken ve bir grubun içinde ne kadar doğal ve kolay değil mi?
Peki ya ağlamak? Kimi için gülmek kadar doğal kimi birey için değil..
Peki ne oluyor da her birey için insani ve olması gereken bir duygu bu kadar farklı yorumlanıyor ve paylaşılıyor? Başkalarının karşısında duygularını paylaşmakta zorlanan bireyler, özellikle ağlayamayan bireyler; ağlamaya diğerlerine göre başka anlamlar yükleyebiliyorlar. Özellikle çocukluk döneminde, ebeveynlerinden öğrendikleri tutum ve davranışların etkisi dikkatimizi çekiyor. Ailede, ağlamayı; zayıflık, çaresizlik olarak öğrendiyse ve böyle anlamlandırıyorsa, diğerlerinin yanında kendisinin böyle görülmemesini tercih ediyor. Ailede, yeteri kadar duygularını paylaşmaya izin verilmediyse, duygu ve düşüncelerine saygı duyulduğunu görmediyse, dinlenmediyse, duygusal ihtiyaçları karşılanmadıysa, bu kişi duygularını bir başkasına açmakta zorlanabiliyor hatta kendine bile ifade etmekte zorluk çekebiliyor.
Duygularını kendine tanımlayamayan bir kişi, bir başkasına bunu nasıl gösterebilir? Gösterirse kırılmaktan, eleştirilmekten, ve zayıf görülmekten korkması da son derece sağlıklı.
Üzülüyorsak, acı çekiyorsak, özlüyorsak, bazen mutluyken, bazen öfkeliyken bazen de hayal kırıklığına uğramışsak, bu duyguları ağlayarak ifade etmeye ihtiyaç duyabiliyoruz.
Ağlamak tamamıyla insani ve sağlıklı bir ihtiyaç. Bu ihtiyacımızı görmezden gelip, gülerek, başka şeylerle üstünü örtmeye çalışmak gerçekçi olmayanı ve sağlıklı olmayanı. Tıpkı karnımız aç iken, yemek yememek gibi, açlığımızı görmezden gelmek gibi.. Ne zamana kadar aç kalabiliriz, ne zamana kadar açlığımızı tolere edebiliriz ki?
Üstelik aç kalmaya devam edersek karşımıza sağlık sorunları çıkmaya başlar, peki ya o zaman ne yapacağız?
Bizi üzen, rahatsız eden bir duygu var ise üstüne örtmek ve yokmuş gibi yapmamamız gerekiyor. Elbette herkesin yanında ağlamamayı tercih edebiliriz ancak hissettiğimiz duygudan uzaklaşmak sağlıklı olmayanı. Üzgünsek eğer önce kendimize ve bir başkasına ‘ üzgünüm’ diyebilmek gerekiyor..
Geçmişte ne yaşarsak yaşayalım ve neyi nasıl öğrenmiş olalım, kendimize; ‘Öğrendiğim bu şey benim ihtiyacımı karşılıyor mu?’ diye sormak gerekiyor.
Ağlamayı, güçsüzlük olarak öğrendiysem ve kendi düşüncelerimle de desteklediysem eğer, sormakta fayda var; güçlü görünmek için ağlamamak ya da duygumu ifade etmiyor olmam bana iyi geliyor mu?
Psikolog
Çift &Aile Terapisti
CEREN YAĞCIKÖSEOĞLU