Birçok kentimizde üniversite ya da yüksekokul var.
Bunların o kente yararları azımsanmayacak kadar fazla.
Gerek yerel yöneticiler, gerekse üniversite rektörleri, gazetecilerin karşısına çıkıp, gülümseyerek poz verirler ve ‘işbirliğinden’ söz ederler.
Ama siz bu güne kadar, herhangi şehrimizdeki bir üniversitesi ile sanayiciden tutun da esnafına, ya da belediyesine kadar yapılan anlaşmalara rağmen bir fayda sağlandığını, sonuca gidildiğini, başarıya ulaşıldığını duydunuz mu?
Ya da bir kalıcı eser bırakıldığını…
Ata’dan kalma usullerle zaten her iş kör- topal da olsa yürüyor.
Ama bazısı Avrupa fonlarından (Bu paraların ana kaynağı biziz, Avrupa fonlarına devlet olarak 10 veriyor, belki bir alıyoruz. O da belli kişi ve kurumlara) elde edilen paralarla sözde yapılan şehrin insanlarının ve şehrin yararlandığını bir projeden söz edilebilir mi?
Televizyonların, medyanın verdiği haberler sadece ‘Cek- caklı’ dırlar.
‘Yapılacak, edilecek!...’
Paralar saçılıyor ve birkaç kişi bundan yararlanıyor.
Gerisi hikaye…
Zaten inceleyin göreceksiniz, belli başlı kentlerimizde onlarca sözde projeye büyük harcamalar yapıldığını sonuçta bunların rafa ‘kaldırıldığını…
‘Yazıktır, günahtır!’ denilir ya, bu projeler için söylenmiştir belki de!,,,
*- HEP BÖYLEDİR
Bir zamanlar, Türk ve Japon şirketleri arasında bir kürek yarışı düzenlenmesine karar verilir.
Aynı zamanda ‘Kürekçi’ olan, bu sporu yapan Seda İnce’nin anlattığına göre, Japonların takımında 8 kişi kürek çekiyor, bir kişi dümencilik yapıyordu.
Türk takımında ise iki kişi kürek çekiyor, 3 kişi şeflik, 3 kişi müdürlük yapıyor, bir kişi de dümeni kullanıyordu.
Her iki takım da, performanslarının en üst düzeyine varabilmek için, uzun ve zorlu hazırlık döneminden geçti.
Büyük gün geldi ve iki takımda kendini hazır hissediyordu.
Japonlar yarışı bir kilometre farkla kazandı.
Yarış sonrası Türk takımı çok sarsılmıştı.
*- SORUMLU KİM?
Türk şirket yönetimi, yarışın açık farkla kaybedilmesinin nedeninin bulunmasına karar verdi.
Yapılan araştırmalar, analizler ve uzun çalışmalar sonucu düzenlenen raporlara göre hata bulundu.
Ve çözüm önerisi getirildi.
Çözüm olarak, yönetimdeki düzeni güçlendirmek için 1 genel müdür atandı.
Sandaldaki ağırlığı dengelemek için kürekçi sayısı bire indirildi.
Japonlara yeni bir yarış teklif etme kararı alındı.
9 kişilik Türk takımı, Japonlarla bir daha yarış yapmak için, yeniden yapılanmış oldu.
Japonların takımında yine 8 kişi kürek çekiyor, bir kişi dümencilik yapıyordu.
Türk takımındaki yeni yapılanma şekline nakledeyim:
Bir genel müdür, üç bölgesel müdür, üç dümen şefi, bir dümenci, bir kürekçi.
İkinci yarışı Japonlar bu kez iki kilometre arayla kazandılar.
Tepesi atan Türk şirketi yönetim kurulu hemen harekete geçti.
Yarışın kaybedilmesinden sorumlu tutulan kürekçi kovuldu.
Müdürlere ve diğer personele, sorunun çözümüne katkılarından dolayı ikramiye verildi…
*- SABIKALI OLDUK
Mustafa Alhat bilgisine güvendiğim Akhisarlı zeytinci.
Zeytincilikte, hem üretici, hem sanayici, hem de ihracatçı.
Şöyle söyleyeyim:
Rusya piyasasına zeytinyağcı olarak giren belki de ilk ihracatçımız.
Bizim piyasa gibi, üretimimiz de dengesiz, ‘Bir var yılı, bir yok yılı!’ içinde bocaladığından, Ruslarla yapılan anlaşmalar pek yerine getirilemedi.
Çünkü adamlar, ‘Biz her yıl şu kadar zeytinyağı istiyoruz’ demiş, anlaşmalara koydurmuşlardı.
Sözümüzü tutamadık.
Rus piyasasını Yunanlılar, İtalyanlar ve İspanyollar paylaştı.
Nasıl mı?
Bizden neredeyse bedavaya aldıkları dökme zeytinyağını allayıp pullayıp şişeleyerek kendi ürünleri gibi sattılar, şartları da bir noktada bizim sayemizde yerine getirdiler.
Geldi geçti o günler.
Bizim bazı akıllılar (Şark kurnazları) zeytinyağına inanmayacaksınız ama madeni yağ karıştırarak yani çok ağır bir tağşiş yaparak Avrupa’ya satmaya kalktıklarında yakalandılar.
Onların umurunda değil, ama sonuçta bu konularda ‘Sabıkalı’ olduk…
Aç gözlülük bizi ne hallere soktu.
Şimdi de duyuyor ve biliyoruz bazı tarım ürünlerimiz geri çevriliyor.
Bazıları yazıyor, bazıları da görmezden geliyor.
İşlerine gelmiyor, çünkü akçeli işler bunlar.
İhracatçı için fark etmiyor, ha orası ha burası…
Nasılsa iç piyasaya da sürüyorlar hem de yine fahiş denilen fiyata…
Okuyor, duyuyor, öğreniyoruz…
*- AKHİSAR’IN TELEVİZYONU
Tesadüfen gördüm, ‘Zeytin Ülkesi’ Akhisar’ın bir de online televizyonu var.
Baktım Mustafa Alhat ile bir uzman Akhisarlı zeytin müstahsili ile zaytinyağcıların sorularını dinleyip yanıtlayacaklar.
İnternetin akışına rastladığım için konuyu tam çıkaramadım.
Ama Mustafa Alhat’in bir makalesini paylaşmak istiyorum.
Belki birçok kişinin işine gelmeyecek ama tartışmaya açık bir konu…
‘Bilen bilir!’ denir ya bence Mustafa Alhat da bu işi iyi bilen ve takipçilerden…
‘Bilmekte yarar var’ diyorum…
Söz, kardeşi Alper ile birlikte genç girişimcilerimizden Mustafa Alhat’da;
*- MUHATAP DOĞRUDAN HÜKÜMET OLMALI
‘Dün bir video izledim.
Bir milletvekili yanına bir ziraat odası başkanını almış Marmarabirlik’in açıkladığı avans fiyatı eleştiriyor. (Kasım’ın sonu, Aralık ayının başında)
‘Enflasyon bu kadar yüksekken hiç artış olmamışmış bu da çiftçinin ölüm fermanıymış falan filan…’
Piyasada hem sofralık zeytin, hem de zeytinyağı fiyatları geriliyor da ‘abalı’ niye Marmarabirlik oluyor?
Piyasa düşerken ‘Marmarabirlik niye arttırmadı Tariş de niye fiyat açıklamıyor?’ diye eleştiriliyor.
Bi saniye!...
Yüksek fiyat talebi veya destekleme pirimi için muhatap doğrudan hükümet olmalı.
Marmarabirlik ve Tariş TMO gibi KİT değiller.
O eskidendi.
*- GÖREV ZARARI
Yıllar önce hükümetler, destekleme alımlarında Marmarabirlik Tariş Fiskobirlik Gülbirlik gibi toplam 17 birliği kullanıyordu.
Özellikle rekoltenin yüksek olduğu yıllarda, iktidarın talimatı ve finansı ile çiftçilerin korunması için reel piyasanın üstünde fiyata bu kooperatiflere ‘destekleme alımları’ yaptırılırdı.
Bu sayede arz fazlası kaldırılır ve diğer alıcılarda ister istemez piyasayı yükseltirdi.
Fakat dünya fiyatlarını yükseltecek kadar güçlü etki edilemediği için genelde ‘dışarısı ucuz, içerisi pahalı’ olurdu.
‘Dışarıdan ürün gelmesin’ diye yüksek gümrük vergileri konulması da bundandır.
Bu birliklerin ürünleri, ‘Türk halkına pahalı’ satılır ama ihracat fiyatları genellikle ucuz olurdu.
Çünkü dünya fiyatıyla ucuza halka yedirmeye kalksalar yüksek fiyata alım yapmak zorunda kalan diğer firmalar batardı.
Dışarısı daha ucuz olduğunda ellerinde kalan ürünü mecburen maliyetin altında dökme ihracat yaparlar ve aradaki farkı ‘görev zararı’ olarak devletten tahsil ederlerdi.’
Bu arada ben de bir ilave yapayım:
Bu ‘Görev zararı’ denilen lanet şey var ya, tüm siyasilerin, yöneticilerin, genel müdürlerin kurtarıcısıydı her yerde, yalnız kumu kuruluşlarında değil, belediyelere kadar…
Hediyeler dağılır, israfın tillahı yapılır sonra da ‘Görev zararı’ denilerek devletten ödenek alınırdı.
Devletin elindeki bir üretici kooperatif inanın an az üç kez ‘Batmaktan’ kurtarılmış, trilyonlar aktarılmıştı.
O kurumun genel müdürlerinden birine, ‘Neden ağzına kadar personel alıyorsun’ dediğimde kendini şöyle savunmuştu:
‘Gariban aç mı kalsın?’
‘Gariban’ dedikleri siyasilerin yakınları ve iktidar partisine oy verenlerdi…
Zamanın gazete yönetici ve patronları ise gerek sürekli gelen hediyeler ve ilanlar yüzünden görmezden gelirlerdi, her şeyi, ama her şeyi…
Sonuçta nasılsa muhasebe hesaplarına ‘Görev zararı’ diye bir kalem ilave edilecekti.
*- KATMERLİ ZARAR
‘Marmara Birlik’in durumu daha da kötüydü.
Çünkü elindeki sofralık zeytinlerin dünya piyasalarında ‘etnik Pazar!’ dediğimiz ‘gurbetçiler’ dışında doğru düzgün bir talebi de yoktu.
Ne yazık ki sofralık zeytinin arz fazlası yağ fabrikalarına gönderilip zeytinyağına dönüştürülür ve öyle ihraç edildiği için zarar daha da katmerli olurdu.
Çiftçiyi korumanın yolunun fiyatı arttırmak olduğu zannedildiği için fiyat arttıkça iç tüketim baltalandı.
‘Vatandaş hem pahalıya yedi, hem de zararı vergileri ile finanse etmek zorunda kaldı.’
Sonra 1 milyar dolar borç için IMF kapısına gittiğimizde dediler ki;
‘Siz her yıl şu 17 birliğe en az bir milyar dolar harcıyorsunuz bunları rehabilite edelim bu yükten kurtulun.’
O hikâye girersek çok uzar sonuçta, 25 sene evvel bu kooperatifler özerkleşti.
Destekleme alımlarında bildiğim kadarıyla artık kooperatif birlikleri kullanılmıyor.
Bu yüzden kooperatiflerden eski alışkanlıklarla devlet kurumu gibi piyasa belirleyici olmasını beklemek veya piyasa gerçeklerinin çok üstünde fiyat açıklamaya zorlamak için yüklenmek ya bilgisizlik ya da kötü niyettir.
*- GELİR DAĞITILIR
Kooperatifler esasen sadece kendi ortaklarını memnun etmek durumundadır.
Dünyadaki kooperatiflerin ortağı çiftçiler hasadı yapıp kooperatifine teslim eder.
Birlikleri en güzel şekilde işler depolar ve satar elde ettiği geliri ortaklarına dağıtır.
Sonuçta oluşan değer ortak olmayan bireysel çiftçilerin eline geçenden daha yüksek olursa üye olmanın bir anlamı olur.
Bireysel çiftçilerde bir kooperatife ortak olmak ister.
Oysaki bizdeki birlikler önden bir fiyat ve ödeme planı deklare ediyor…
Bu fiyat devletin açıkladığı ‘taban fiyat’ gibi algılanıyor.
Sonra bağımsız çiftçiler diğer tüccarlara ‘bak kooperatifin fiyatı bu, sen az üstüne çık sana vereyim!’ diyor.
Ortaklar bile imkân olursa, kendi pazarlıyor veya daha iyi fiyat veren veya peşin ödeyen tüccarla anlaşıyor.
Satamadığını getirip kooperatife (afedersiniz ama doğru tabir bu ) kakalıyor.
Kooperatifin zarar edip etmediği ile ilgilenmiyor sadece o gün cebine girecek paraya bakıyor.
‘Kooperatif nasıl olsa batmaz, devlet kurtarır!’ diye düşünüyor.
*- NEDEN ÜZGÜN ve DURGUN
‘Hidamet Başkanla çok uzun zamandır tanışıklığımız var.
Kooperatifin yaşaması ve güçlenmesi için doğru olanı yapmaya çalıştığını biliyorum.
Ama ortaklar ‘annesinden sürekli çikolata isteyen çocuk gibi’ davranıyor.
Aslında hepsi bal gibi, hem dünya hem de Türkiye’deki fiyatların gevşediğini biliyor.
Mesela Akhisar’daki çoğu çiftçinin ‘keşke Marmarabirlik gibi bir kooperatifimiz olsaydı’ dediğine şahidim.
Geçenlerde ZEYDER’in genel kurulu için Marmarabirlik’e gittim.
Baktım Hidamet bey durgun.
Sordum ‘Neyin var?’ diye.
Açıkladıkları avans fiyatı ile ilgili tepkilere üzülmüş.
Adı üstünde avans…
Önceki yıllarda olduğu gibi ‘duruma göre’ yine artabilir.
Geçen seneki aynı dönemde açıklanan avansa göre yüzde 25 daha yukarıda aslında.
Gerçekleşen fiyatla aynı diye ‘ortağı enflasyona ezdirdi’ şeklinde propaganda yapıyorlarmış.
Dünya zeytin ve zeytinyağı fiyatları üç yıl boyunca yükselmişti.
Bu arada dövizde tırmanıyordu.
İkisi aynı zamana denk gelince fiyatlar arttıkça arttı.
Enflasyonu maliyeti falan sollayıp geçmişti.
Dedim, ‘Geçen sene yüzde kaç artış yaptınız?’, cevap ‘Yüzde 130!...’
‘Ondan önceki yıl?’, ‘% 160!..’
‘Enflasyonun üstünde verdin, niye fazla veriyorsun?’” diye kızan olmuş muydu?
Güldü!...
Dedim, ‘kazanın doğurduğuna inanıyorlar, öldüğüne inanmıyorlar!...’
Çok artarken iyi, az artınca kötü!
Demek düşse Allah muhafaza birliği başına yıkacaklar.
Bu işler arz talep meselesi.
İner de, çıkar da.
‘Dünyada artıyordur, Türkiye’de artıyordur’ da Marmarabirlik arttırmıyordur, o zaman haklı olabilirler.
*- SİYASETÇİLERİN İŞİ ‘VUR ABALIYA!’
Ama böyle olmadığını bile bile, sırf siyaset uğruna ‘vurun abalıya’ denmez.
Yakışmaz.
Çiftçi gelirinden bu yıl mutlu değil, evet.
Çünkü döviz artmadı, üstüne dünya fiyatı düştü.
İğneyi kendimize çuvaldızı kooperatiflere batıralım.
Fiyatlar yükselirken diğer alıcılar talepkarken kimsenin bu kooperatiflere minneti yoktu.
Şimdi rüzgar tersine dönünce, ‘fiyatı arttır, bizi kurtar!’ diye ağlıyoruz.
‘Tarımın kurtuluşu, evrensel kooperatifçilikte’ arkadaşlar.
Bireysel değil birlikte üretmekte.’
*- İKİ YOL
Kar etmenin kâğıt üzerinde iki yolu vardır.
Ya fiyatı arttıracaksın, ya da maliyeti düşüreceksin.
Fiyatı piyasanın üstünde arttırırsan satışların düşer çıkmaz yoldur.
Mecburen birleşip büyük ölçekli tarıma geçerek maliyeti düşürmeliyiz.
Marmarabirlik ve Tarişi eleştireceksek, ‘niye sadece pazarlama kooperatifleri olarak kaldınız?’ diyelim.
Bizim, yan yana tarlaları bahçeleri olan çiftçileri birleştirecek ve büyük ölçekte tarım yapacak, makina kullanarak maliyeti düşürecek verimi arttıracak, modelleri de hayata geçirmemiz lazım.
‘Bu yönde de örgütlensenize’ diyelim.
Yapıcı siyaset bu…’
*- GEDİZ PLANLAMA İSTENİLENİ NE VERDİ, NE ALDI
Mustafa Alhat Ziraatçı, yani Ziraat Fakültesi mezunu…
Akhisar yani Manisalı…
Ama İzmir Bornova’daki öğrenciliğinden bu yana İzmir’de oturuyor, ailesiyle.
Akhisar da İzmir’de evinden çıktıktan sonra en fazla bir saatlik yol.
‘Şuracıkta’ denir ya, öyle…
Önerisiyle ilgili bir konuyu anımsatayım:
Manisa’da bir zamanlar devletin ‘Gediz Araştırma Planlama Grubu’ vardı.
Görevleri, ‘Pilot Bölge’ olan Manisa’da küçük aile gruplarını birleştirmek, büyük alanda ortaklık kurmalarını sağlamaktı.
Böylece bir karış toprak bile ekilmemiş, işlenmemiş olarak kalmayacaktı.
Önceleri işler iyi gitti.
Sonra güdük kaldı, grup da dağıldı.
Devlet bu konuda büyük çaba harcadı ama sonuç ortada.
Yani sevgili Mustafa Alhat’in önerisi kolay kolay gerçekleşemez.
Bu hareket yürekten benimsenerek olabilir.
Mustafa Alhat bu konuda Manisalı büyüklerinden bilgi alabilir.
*- AKIL ALACAK GİBİ DEĞİL
Gelelim ‘Zeytinyağı’ meselesine…
Bu yıl ‘Zeytinyağı’ ihtiyacımı, İzmir’in Kemalpaşa İlçesinde Bornovalı Mustafa Garanti ve babasının yönettiği Reynak’tan aldım.
Bornova’ya 15-20 dakika uzakta Ulucak’taki yağhaneye gittiğimizde, Mustafa Garanti’den fiyat alırken, şaşırdım.
‘Yeni sezon zeytinyağı’, geçen yılkı zeytinyağına göre çok daha ucuzdu.
‘Ben yeni sezon ürünün daha kıymetli olduğun sanıyordum’ deyince, ‘Dane zeytinyağı çok fazla bu yüzden piyasa düştü’ dedi.
‘Ucuz istiyorsanız yeni ürünü, dinlendirilmiş istiyorum diyerek geçen yılkı zeytinyağını istiyorsanız, daha pahalı…’ diyerek fiyat listesini gösterdi.
Reynak da üç çeşit zeytinyağı vardı.
Yağcı Mustafa Garanti uzun uzun bu yağların özelliklerini anlattı.
Aklımda kalan ‘salatada kullanacağın zeytinyağı’ en değerli ve pahalısı idi.
Ben ve herkes ‘orta sınıfı’ tercih ediyordu, yemeklerde kullanmak için.
Bana da onu önerdi ve satın aldım.
Ama piyasada bu indirim yoktu.
Marketçilerin belirttiklerine göre ‘Bindirim’ var.
Akıl alacak gibi değil…