Biliyordum, ama aranacağımı düşünmemiştim.
Sevgili Saadet- Hüseyin Erciyas çiftinin, ‘Bu Kalp Seni Unutur mu?’ adlı kitabı, Aytaç Sefiloğlu’nun 25’nci yıl anma törenine yetiştirmek için kollarını sıvadıklarını.
Erciyas çifti, Ege Bölgesi Sanayi Odası (EBSO) Basın Müşaviri, Gazeteci Aytaç Sefiloğlu yaşama veda edişinin 25. Yıldönümü için büyük emek ve özveri ile adeta gündüzlerini gecelerine katarak hazırladıkları ‘emek mahsulü’ kitap için aradıklarında, ‘Ağabey sen de Aytaç Abla ile çalışmıştın, anıların vardır’ dediklerinde, ‘İşte vafa!’ dedim.
Zaten İzmir’de ‘vefa’ denilince nedense çok az isim geliyor aklıma…
Hep ne deriz, ‘Bu vefa İstanbul’un semti Vefa değil!’
*- ‘YİNE ATLATMIŞIM!’
Kibar meslektaşım Hüseyin Erciyas’ın önerisi, bana hep ‘ağabey’ diyen Aytaç Sefiloğlu’nun ‘Ağbi seninle özel bir konuyu görüşebilir miyim?’ dediği anı anımsattı.
‘Tabii’ derken, aklıma çalışma ortamı ile ilgili bir sorununu paylaşacağını düşündüm.
Ama gözle görülür ve hissedilir bir olumsuzluk dikkatimi çekmemişti, duymamıştım da…
Gerek gazetenin, gerekse birçok çalışanına göre meslektaşlarımın içinde daha kıdemli olduğum için sorunlarını paylaşanlar oluyordu,
Bu arada şunu söylemek istiyorum
O yıllarda, büyük bir atılım içinde olan, 8 bin tirajdan 210 bin net satışa çıkan, Türkiye’nin en büyük bölge gazetemizde, ‘hataya’ kesinlikle ‘af’ yoktu.
Hata yapan, gazete ile ilişkisini kesmek zorunda kalıyordu.
Aytaç Sefiloğlu, ışıl ışıl, çalışkan, dürüst, oturmasını kalkmasını bilen, kalemi güzel, dur durak bilmeyen ve herkes tarafından sevilmenin yanı sıra takdir edilen bir gencimizdi.
Yaptığı haberi ertesi sabah okuyarak gözden geçirirken, ‘Yine atlatmışım!’ diye çevresine gülerek moral veriyordu.
Peki benimle ne görüşecekti?
*- ‘ARAMIZDA KALSIN!’
“Ağabey aramızda kalsın, beni EBSO’ya ‘Basın Danışmanı’ olarak almak istiyorlar. Birkaç aday varmış, içlerinden beni seçmişler. Bana teklif geldi, sen ne diyorsun?’
Aklıma 1965’den bu yana tanıdığım teknik servisten Remzi Göçmen ile Ali Günaydın geldi. Biz bu işe girdik, bu işten emekli oluruz’ diyorlardı çektiğimiz görüntüleri önce klişe sonraları renk ayrımlarını yaparlarken…
Ama ben ‘Bizim kıza sahip çık!’ diyen Sökeli akrabalarını anımsadım.
‘Bu fırsat kaçmaz!’ dedim.
Bu kez ben Sevgili Aytaç’a ‘bu söylediklerim aramızda kalsın!’ demekten kendimi alamadım.
‘Aşk olsun Ağabey!’ derken, ağzımdan çıkan ‘Bu fırsat kaçmaz!’ sözünün
Benim 30 yılımı verdiğim bu gazetede işimin sonu olabilirdi.
Biliyordum;
‘Sevilin ve sayılan Aytaç Sefiloğlu gibi isimlerin, başka rakip gazetelere gitmeleri o zaman başımızda olan Aydın Bilgin tarafından kesinlikle olumlu görülmez ve önü bir şekilde alınırdı.
Ama ‘Yerim sağlam!’ gibi acayip fikre saplandığı için, işini savsaklayan ya da haberini başkasıyla paylaştığı anlaşılana, hiç ummadığı bir anda ‘güle güle’ deniliyordu.
Örnekleri çok.
Şunu da söyleyeyim:
Bizim mesleğimizde ‘kovulmak!’ çoğu zaman görülen ve ‘şeref madalyası’ sayılan bir olaydır, bazılarımız için…
Ama hiç kimseye de, ‘kovuldun’ denilmezdi, siyasilerde olduğu gibi, ‘istifanı ver!’ denilerek elinden alınırdı, ailesine ya da yakınlarına karşı mahcup duruma düşmemesi için…
O meslektaşımız da, iş ararken, ‘Ayrıldım’ diyerek kendine göre bir nedeni anlatırdı.
Benim çekingen, işimden olabileceğimdi!
Aytaç Sefiloğlu da ‘çekingesini’ şöyle anlatmıştı:
*- AKLINA TAKILAN
‘Ağabey EBSO seçimlerinde Yaşar Holding Selim Yaşar’ı başkan adayı gösterecekmiş.
Yönetim değişirse, ben işsiz kalır mıyım?’
O günlerde gerek Holdingin başındaki, kurucusu Selçuk Yaşar ile gerekse, Avrupa’dan yeni gelmiş 7- 8 dil bildiği belirtilen Selim Yaşar ile dostluklarımız çok iyi idi.
Düşüncelerini bizimle paylaşmışlardı.
‘Ben olmadım, oğlum olsun!’ diyen duayen iş adamı Selçuk Yaşar’ın da oğlu Selim’in de böyle bir düşünceyi akıllarından geçirmeyeceklerini hatta mutlu olabileceklerini belirtmiştik.
Konunun bilinmeyen yönü de, biz de, farkında olmadan iki isim vermiştik EBSO yöneticilerine, ilk isim Aytaç Sefiloğlu idi.
Bu nasıl olmuştu:
Üç yerel gazeteden ‘Kahve içmek ve kentin sorunlarını konuşmak için’ yönetim birer kişiyi çağırmıştı.
Beni göndermişlerdi bu davete…
‘İzmir’in en çalışkan ve sevilen genç ekonomi muhabirlerinin adları sorulmuştu. Ben Aytaç Sefiloğlu’ndan sitayişle söz etmiş, ‘Gururumuz’ demiş, atlatma haberlerinin ses getirdiğini söylemiştim.
Meğer bizim ağzımızı arıyorlarmış, sanayici öngörüsüyle.
Karar alınmış, ama isim üzerinde bir anlaşmaya varılmamış.
Bunları sonrada öğrendik.
*- SELAM GETİRMİŞTİM
Ben bölgeciydim…
Yani gün boyu telefonla İzmir’in ilçelerinden tutun da Ege bölgesinin en ücra köşesinde olanları, her rakipten önce öğrenip, istihbarat edip, fotoğraflarıyla birlikte gazetemizde yayınlamaktı.
Belirttiğim gibi, gerek yerel, gerekse ulusal tüm medya kuruluşlarından önce.
Yoksa halim küldü!
Önemli olaylarda ise ya ben ya da önce birlikte çalıştığım Kenan Sönmez, ya da sonraları gazetenin en başına, en fazla yetki ile geçen Ender Coşkun’la…
Şu an anımsadım onlardan önce de Faruk isminde Karadenizli bir gazeteci meslektaşımız vardı, o ‘Ben aç kalamam!’ diyerek işi bırakarak sanıyorum öğretmenliği tercih etmişti.
Bir gün Söke’de bir olay olmuştu.
‘Yerinde ve zamanında’ diyerek Söke’de olayı yerinde görmek ve okuyucularımıza duyurmaya gitmiştim.
Yanıma yaklaşan ileri yaştan birisi, sık karşılaştığımız bir soruyu sordu:
‘Hangi gazetedensin?’
Söyledim…
‘Aaa orada bizim kızımız da var!’ dedi.
Aytaç Sefiloğlu’ndan söz etmişti.
Ben de güzel sözler söylemiş, ‘Çok iyi arkadaşımız’ diyerek çalışkanlığını anlatarak, met etmiştim.
‘Bizim kıza sahip çık!’ diyerek dileklerini belirtmişlerdi.
Selamı götürmüş, ‘Senin ismin sayesinde işimizi çok rahat ve anında hallettik’ demiştim.
Anı ve güzellikler çok Aytaç Sefiloğlu için…
*- GÖZÜMÜZÜN ÖNÜNDE
Ne derler?
Hayat, yaşadığın kadardır!
Yaşamak, özgür olduğun kadardır!
Özgürlük, mutlu olduğun kadardır!
Mutluluk, gülümseyebildiğin kadardır!
Sevgili Aytaç Sefiloğlu da hep gülümseyen haliyle gözümüzün önünde duruyor.
Bazen telaş içinde gelip, masasının üzerine çantasını ve notlarını bıraktığı anları anımsıyorum.
‘Tamam yine manşetlik bir haberle gelmiş!’ diye düşünüyordum karşıdan görüp.
Şunu da belirteyim;
O zamana, yani Aytaç Sefiloğlu’nun heyecanını hiç görmemiştim ekonomiye bakan muhabir arkadaşlarımdan.
Genelde borsaya giderler, ya da bir iş insanını ziyaret ederek haber çıkarmaya çalışırlardı.
Oda yöneticileri ise kıdemli olduklarından artık işleri ile özleşmişler, ‘yenilik nedir?’ sorusunun yanıtını ise Aytaç Sefiloğlu gibi muhabirlerden öğreniyorlardı, soruları ve araştırmaları sonucunda…
Dostluk ve paylaşım dolu yılları yaşadık sevgili Aytaç Sefiloğlu ile…
Yetenekli ve becerikli, işini seven, saygılı, doğru sözlü Aytaç Sefiloğlu yaşamında sadece dost edinen ender meslektaşlarımızdandı.
Dostları saymakla bitmez.
Gerçekten de Saadet- Hüseyin Erciyas çiftinin tam on ikiden vurduğu gibi, bu kalp Aytaç’ı unutamaz.
En büyük zevk ve keyif almak kendisiyle sohbet edebilmekti,
Sanıyorum benim gibi çalışma arkadaşlarının hepsinde güzellikler içinde yaşadıkları mutlu anıları bulunuyordur.
Düşünebiliyor musunuz, kaybedeli 25 yıl olmuş ama meslektaşlarının ‘Aytaç Abla’sınn hatıralarını halâ yaşıyoruz.
Belirtildiği gibi;
Aytaç Sefiloğlu yaşıyor olsaydı, gazetecilik etiği ve habercilik konularında genç arkadaşlarımıza çok önemli kazanımlar sağlayacak yapıdaydı.
‘Keşke bizden sonraki jenerasyon da Aytaç Abla'yı tanıyıp onunla çalışma imkânı bulsaydı’ diyor sevenleri.
Doğrusunu arayıp bulanda sevgili Aytaç Sefiloğlu…
Mesleğini korkmadan, çekinmeden yapıyor, kalemini satmıyordu.
İlkeli bir emekçiydi.
Ezberleri bozmuştu.
Kadın muhabirlerin sesi idi.
Emeğiyle, aklıyla, direnciyle vardı.
Mücadeleyi, koşuşturmayı seviyordu.
Kolaylıktan, ezbercilikten yana değildi.
*- TALEP ARTIYOR
Çocukluğum ve gençliğimde, özellikle Ege Bölgesi’nde ‘karavan kampları' vardı.
Bunları daha sonra ‘çadır kampları’ izledi.
Sahil kesimlerinde yeri olanlar, tropik iklimlerde görüldüğü gibi geniş yapraklı bitkilerden, kargı ve sarmaşık, ne bileyim asmalardan yararlanarak gölgelik yaparak çardaklar kuruyorlardı, tuvalet ve su ihtiyaçlarını karşıladıkları çadır severlere hizmet için.
Daha sonra bunların yerini derme çatma kerpiç odalar ve çay bahçeleri almıştı.
Herkes toprakla, yan bahçelerdeki organik sebze ve meyvelerle tanışıyordu.
Mutluluk ve huzur vardı.
Karavan ise sadece turistlere özgü idi.
Türkiye belli kişilerin haricinde karavan ile henüz tanışmamştı.
Şimdi ise karavan parklarında kapasite arttı
İzmir’in karavan parklarına talep artıyor.
Örneğin; İzmir Büyükşehir Belediyesi, İnciraltı Karavan Parkı’nda kapasite artışına giderek 93 olan karavan park peronu sayısını 161’e yükseltti. 89 araç kapasiteli Aşık Veysel Karavan Parkı ile birlikte, İzmir’in toplam karavan park yeri peronu sayısı 250 oldu.
Havaların ısınmasıyla park eden karavanlarda artış yaşanırken, yurttaşlar da hizmetten duydukları memnuniyeti dile getirdi.
*- ‘KAPLUMBAĞA GİBİ
Pandemi döneminden bu yana karavanda yaşayan Ali Ekber Yıldırım, 3 aydır da İnciraltı’ndaki karavan parkı kullanıyor.
Eşine bağlama ve gitar çalarak keyifli zamanlar geçiren Yıldırım, “Karavan serüvenim 5 yıl önce başladı. İZELMAN’ın karavan otoparkı açtığını duyunca buraya geldik.
Buradan çok memnunuz.
Park ettiğimiz diğer yerlerin garantisi yoktu. Zam oranı işletmenin inisiyatifine kalmıştı.
Burası daha düzenli. Lokasyon çok iyi, ulaşımı rahat.
Burayı çok sevdik, tüm günümüz burada geçiyor.
Temiz olması, yürüyüş alanlarının bol olması, temiz havası en önemli özelliklerinden biri. İnsanın içini açıyor.
Kaplumbağa gibi evimizi taşıyoruz” sözlerine yer verdi.
*- ‘DAHA HIZLI ADRESİNİ BULMALI!’
Kemalpaşa Sanayici ve İş İnsanları Derneği’nin (KESİAD) iftar programında konuşan KESİAD Yönetim Kurulu Başkanı Yeşim Işıklı, sanayicinin dayanacak gücünün kalmadığını belirterek, “Eğer açıklanan teşvik paketleri hızla üreticiye ulaştırılmazsa kapanmalar başlayacak” dedi.
Sanayicinin 2024 yılından gelen zorlu bir süreç içinde olduğunu hatırlatan Işıklı, “2024 yılında ekonomik paketin zorluğunu hem üreticiler hem ihracatçılar hem de vatandaşlar beraber sırtlandılar. 2025 yılında bir düzelme beklerken sıkıntılı süreç maalesef devam ediyor. Eğer sanayiciler teşviklerle buluşturulmazsa önümüzdeki aylarda fabrikaların kapısına kilit vurulacağını göreceğiz” dedi.
İstihdamı Koruma Destek Programı, Kapasite Geliştirme Destek Programı, Küresel Rekabetçilik Destek Programı ve KOBİ Dijital Dönüşüm Destek Programı gibi birçok teşviğin KOSGEB kapsamında sunulduğunu hatırlatan Işıklı, “Bu programlar, KOBİ'lerin dijitalleşme, kapasite artırımı ve küresel pazarlarda rekabetçi olma hedefiyle hazırlanmış programlar. Ancak bu teşviklerin daha hızlı ve efektif olarak iş dünyası ile buluşturulması gerekiyor” dedi.
Ben de buradan yetkililere, sanayicinin sesini duyuruyorum.
*- TABAKHANEYE YETİŞTİRMEK!
Bugün, klasik bir Türk deyiminden ve bir meslekten söz edeceğim.
‘Tabakhaneye bok yetiştirmek’, gereksiz yere acele eden, genellikle komik bir şekilde abartılı bir şekilde koşturan birini tanımlamak için kullanılır.
Bu, ‘Neden acele ediyorsun? Dünyanın sonu gibi değil!’ favori bir deyimlerimizden biridirl
Buna,’Kültüre açılan çok eğlenceli bir pencere’ olarak bakanlar da bulunuyor.
Ben ilk kez Denizli’de ‘tabakhaneyi’ ve geniş bir semti görmüş tanımıştım bir Ramazan günü…
Sokaklara kurulan büyük bir iftar sofraları olurdu.
Çok yıllar önceki dönem ve gelenekler yaşatılıyor mu bilmiyorum.
Ama şimdi ana konuya gireyim;
*- HAM DERİ İŞLENİR
Tabakhane, deri tabaklanan fabrikadır.
Ham deri olarak gelir ve bitmiş deri olarak fabrikadan çıkar.
Tabakhane deri tabaklanan fabrikaya verilen addır.
Her türlü hayvanın postu buraya yaş ya da tuzlanmış deri olarak gelir ve çeşitli aşamalardan geçtikten sonra tabaklanmış ya da bitmiş deri olarak fabrikadan çıkar.
Deri tabaklamasında esas derinin organik bir nesneden inorganik bir nesneye çevrilmesidir.
Tabakhane debbağhaneden gelen bir kelimedir.
Debbağ eski dilde deri işleyen kişiye verilen isimdi, bu işin yapıldığı yere de debbağhane denirdi.
Günümüze ise bu kelime tabakhane olarak gelmiştir.
Osmanlıda debbağlık önemli zannaatlardan biriydi.
Mesleğin ahilik ocakları vardı, bu işin piri de ahi Evrandı.
Deri işlemesi meşakkatli, emek isteyen ve severek yapılması gereken bir iştir.
Deri çeşitli kimyasal ve fiziksel işlemlerden geçerek bir mamül olur ve bizim hizmetimize sunulur.
Her işlemin kendine has önemi vardır.
Bir işlemi yanlış veya eksik yapmak deriyi kullanılamaz hale getirebilir.
*- OTEL GİBİ, 99 ODALI EVLER
Osmanlı döneminde deri tekeli vardı…
Safranbolu da derinin tabaklanması, deri olabilmesi için o dönemin ileri gelenleri çeşitli tedbirler almışlar…
Safranbolu'da tabaklanmayan deriyi satanlardan o dönemin tüccarları alış veriş yapmazlar ve mecburen Safranbolu da deri tabaklanarak satılırdı, o dönem çok para kazanan Safranbolu iş adamları Köşkler, konaklar ve 99 odalı evler yaptırmış…
Bazı evlerin içine çeşme dahi getirilmiştir…
*- KÖPEK BESLENİRDİ
Safranbolu’da taze köpek dışkısı için tabakhanelerde yaygın olarak binlerce köpek beslenirmiş.
Ham deri, kıllardan, yağ ve et tabakalarından mekanik olarak temizlendikten sonra kimyasal olarak işlendiği sama safhasında, taze köpek dışkısı enzimlere ihtiyaç duyulduğundan, Tabakhanelerin olduğu yerleşim yerlerinde çoluk çocuk ellerinde teneke maşrapalar, köpek dışkısı toplarlar, sama işlemi ancak dumanı tüten taze dışkı yapılabildiğinden koşa koşa tabakhanelere yetiştirirlermiş…
Hayvanların derilerinin işlendiği atölyeler köpek dışkısı için yanar tutuşurlarmış.
Çünkü bir tek taze köpek dışkısı içinde bekletilen deri yumuşacık, kıl köklerinden arınmış, gözenekleri açık, ince, homojen yani kaliteli olabilirmiş.
Bu nedenle köpek çiftlikleri kurulmuş…
Binlerce köpek beslenmiş, üretilmiş ve hatta Köpeğin dışkısını sıcak ve kurumadan yetiştirmek için sistemli bir iş örgütlenmesi kurulmuştur.
*- PABUCU DAMA ATILANLAR
Bugün dericilik tamamen ölmüş olup, yapay olarak yeni kimyasallarla da aynı sonuç elde edilmeye başlanınca köpeklerin de, dışkı toplayıcıların da pabucu dama atılıvermiş, “tabakhaneye bok yetiştirmek” de yeni kuşakların nereden geldiğini bilmediği, merak ettiğini de sanmadığım bir deyiş olarak – belki de içinde bok kelimesi geçtiğinden günümüze kadar gelebilmiş.
Safranbolu'da deriyi işleyip kullanılabilir hale getiren meslek erbabına;
“Dabbak mısın; it bokuna muhtaçsın”, denirmiş...