Sevgili Okuyucularım;
Bugün önce Doğu’ya örneğin Şanlıurfa’ya bir gezi yapacağız, sonra Akdeniz kıyılarına geleceğiz…
Muammer Göcük yazmıştı, Göbeklitepe'yi keşfeden Şavak Yıldız Amca’yı, bir başka deyişle tarihi değiştiren adamı…
Şavak Yıldız,1988 yılında, bir sabah her zaman çalıştığı tarlaya giderken, insanlık tarihi ile ilgili bir işareti alacağı aklına bile gelmemişti.
Tarla, yeğeni Mahmut Yıldız’a aitti.
O yıl arpa ekeceklerdi.
Tarlayı sürmeye başladığında güneş yavaş yavaş büyüyordu.
Üçüncü sıraya geldiği zaman, pulluğun bıçağına çarpan sert şeyin çıkardığı sesi işitti.
Önce bir şey göremedi.
Sonra eliyle toprağı eşelemeye başlayınca, o sert şey parmaklarına dokundu.
İki eliyle kazıp biraz derine inince, ikinci bir cisim daha göründü.
Heykele benzeyen iki şeydi.
Çıkardı, üzerindeki toprağı eliyle sildi.
Bir süre oyalandı ve sonra yine tarlayı sürmeye devam etti.
Hava kararmaya başlayınca, bulduğu iki heykeli alıp eve getirdi. Yeğenleri ve öteki akrabaları bir süre baktılar.
Aralarından biri gidip antikacıya satmayı teklif etti. Ancak Şavak Yıldız kararlıydı.
‘Yarın götürüp bunu müzeye teslim edeceğim’ dedi.
‘Sen deli misin?’ dediler!
‘O kadar yol...’
Ertesi sabah yola çıktığında, belki de bir ödül alabileceği umudunu taşıyordu.
Şanlıurfa köye
Bugün için yarım saatlik yol, at arabasıyla çok uzun süre alıyordu.
Şavak Yıldız Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’ne girerken, biraz sonra tuhaf bir cevap alacağını aklına bile getirmemişti.
Müze Müdürü Adnan Mısır, üstü başı toz içindeki köylünün elindeki iki heykeli inceledikten sonra, ‘Bunlar hiçbir işe yaramaz, al götür’ dedi.
Şavak Yıldız bozulmuştu.
‘Ben bunları ne yapayım. Alın sizde kalsın’ deyip ayrıldı.
Köyüne dönerken, insanlık tarihini değiştirebilecek bir işareti Şanlıurfa Müzesine taşıdığının farkında değildi.
‘Dünyayı değiştiren adam’ olmak ise aklından bile geçmeyecek bir şeydi.
O kapıdan çıkarken, müze müdürü masanın üzerinde duran heykellere baktı ve bir görevliye seslendi:
‘Alın bunları depoya atın!..’
Ağacın altından gelen ikinci işareti onlar da görmemişti.
Esrarengiz heykeller, bir Indiana Jones filmindeki gibi karanlık bir depoda, o işareti alacak kişiyi beklemeye başlamışlardı.
İşaret 6 yıl sonra, Berlin’de iki katlı bir binanın altındaki kütüphanede alınacaktı.
Altı yıl sonra
Alman Arkeoloji Enstitüsü o işareti alıyor ve yola çıkıyor...’
Devamını bir gün anlatırım…
Burada mühim olan, bir insanımızın ısrarı ve bir müdürün tavrı…
Bu tipler her zaman vardır…
Bunlar yüzüstü düşseler bile ‘Ah arkam?’ diyen alakasızlardır…
Haksız yere bir yerleri işgal edenlerdir…
Bu tipler her zaman vardır…
Şimdi yine biraz gerilere gideceğim…
Bu kez bizim bölgemize, Muğla’nın dünyaca ünlü Bodrum’una…
BODRUM… BODRUM…
Yıl 1982!,,,
1982 yılı Ekim’inde sünger dalgıcı Mehmet Çakır Bodrum kalesi sualtı arkeoloji müzesine gelir suyun altında gördüklerini müze müdürüne anlatır…
Müdür Oğuz Alpözen ona bir dilekçe yazdırır!
‘Kulaklı bisküvide benzer nesneler gördüm!’ dedirtir.
Sonra ekibi ile Kaş’a gider…
Kaymakam, ‘Emniyet müdürüne git!’ der.
Müdür, ‘Ben izin vermiyorum!’ der.
Alpözen ‘Ben izin almaya gelmedim!, Dalacağımı bildirmeye geldim’ der.
Dünyanın en eski gemisini bulur…
Bakanlık ‘kazısını yap!’ der…
Müdür Alpözen, ‘Benim ne bilgim, ne de param buna yetmez!’ der.
Sonra, Amerikalı George F. Bass’tan başka kimse bu gerçeği yazmaz… Yıllar süren dalışlardan sonra Alpözen, ‘Uluburun Batığını sergilemeye açar!’
Sonra birileri gelir, sergilemeyi söküp atar.
Yerine uyduruk bir gemi koyar!
Bu duruma kimse sesini çıkarmaz!...
Bizden büyük olduğu için affına sığınarak yazıyorum:
‘Ah Oğuz ah!.. Ne diyeyim?
Müzenin yok oluşunu üç Kitap yazarak anlattın!
Pek çok konferans verdin…
Anlayan anladı!
İşte o kadar…’
Bu konuda da çok yazacaklarım ve notlarım var…
Arada sizlerle paylaşacağım…
İşte size memleketimin insanlarından iki üç örnek…
İster ‘okuyun, dinleyin,’ ya da ‘inleyin!’
İsterseniz, ‘Hikaye’ gibi bir kulağınızdan girsin diğerinden çıksın gitsin…
Önem vermeyin…