20 Mart 1987, Milliyet gazetesi İzmir bürosunda çalıştığım yıllar. Milliyet Haber Ajansı (MİLHA) Genel Müdürü Taner Atilla tarafından Ege'de uluslararası sularda araştırma yapan Koca Piri Reis’i görüntülemek için üç arkadaş; ben, Hakan Tartan ve Atilla Özgen görevlendirildik. Hazırlık yapmamız için talimat verildi ve bizi bir heyecan sardı. Bir araya geldik, neler yapabileceğimizi, uluslararası sularda başımıza ne işler gelebileceğini konuştuk.
Gazetenin karşısındaki Yaşar Holding binasında faaliyet gösteren “Mavi Kuş” havacılık şirketinden beş kişilik bir uçak kiraladık. Sabahın erken saatlerinde evlerimizden alındık, Çiğli Havaalanı’na gitmek için yola koyulduk. Havaalanında bizi pilot karşıladı, uçağımıza kadar bize eşlik etti, kemerler bağlandı, uçuş izni çıktı, nihayet havalandık. İlk kez küçük bir uçak ile uçuş yapıyordum, bu beni çok heyecanlandırmıştı.
Önce Çeşme’ye doğru, ardından Sakız Adası’na paralel gitmeye başladık, zaman zaman Hakan Tartan pilotun yanına gidip uçağı kullanıyor, şakalar yapıyoruz, gözlerimiz denizin üzerinde, bu arada Koca Piri Reis’i arıyoruz, elimizde makineler, teleobjektifler takılı. Gökyüzü bulutlanıyor, bazen güneş yüzünü gösteriyor ve koca Ege Denizi’nde araştırma gemisi arıyoruz, iğneyle kuyu kazmak gibi bir şey.
Kaptan deneyimli, geçtiğimiz yerleri, şehirleri, kasabaları isim vererek anlatıyor, öyle bir çizgide gidiyoruz ki, hem karayı görüyoruz hem de denizin üstünde seyir halindeyiz. Karaburun açıklarına geldiğimiz sırada kaptanımız, aşağıda Midilli Adası’nın olduğunu ve yakınından geçtiğimizi anlatıyor. İşte bu sırada ne oluyorsa, kaptan uçağın kanatlarını bir aşağı bir yukarı sallamaya başladı. Yaptığı hareketin uluslararası sularda, rotayı kaybetmek ve rotanın dışında istem dışında bulunduğunu anlatmakmış.
İki Yunan fantomu dinler mi?
Korkunç sesler çıkararak yanımızdan geçiyorlar, biri bir taraftan diğeri bir taraftan geçiyor ve resmen Yunan pilotlar ile göz göze geliyoruz. Bizim pilot panik halinde, kanatları sallamaya devam ediyor. Fantomlar belli bir mesafe gittikten sonra tekrar geri dönüyor ve bu kez uçağımızın altından geçmeye başlayınca irtifa kaybetmeye başlıyoruz, deniz altımızda ve çok yakınımızda. Pilot, uçakların tekrar altımızdan geçmesi durumunda denize çakılacağımızı ve hazırlıklı olmamızı söylüyor. Hepimizin yüzü bembeyaz kağıt gibi, fotoğraf çekmek aklımızın ucundan bile geçmiyor ve o kadar hızlı geçip gidiyorlar ki fotoğraf çekmek zaten mümkün değil.
Biz çaresiz iki fantom uçağının geri dönüşünü endişe içinde beklerken, onlar bir anda kaçmaya başladılar, arkamıza baktığımızda Bandırma 6. hava üssünden havalandığını sonradan öğrendiğimiz iki Türk F 104 uçağı, radardan bizi izlemiş ve anında yanımıza ulaşmışlardı. Türk pilotlar bize “okey” işareti yaparak fantomların arkasından kaybolup gittiler. İçimiz dışımıza çıktı, kustuğumu hatırlıyorum. Korku, endişe ve başımıza ne geleceğini bilmeden geri dönüşe geçtik. Ne araştırma gemisini bulabilmiş ne de fotoğraf çekebilmiştik ve daha da korkuncu, resmen ölümden dönmüştük.
Gazeteye geldiğimizde istihbarat şefimiz Önder Özçorlu tarafından fotoğraf çekemediğimiz için iyi fırça yemiştik. Biz ona ölümden döndüğümüzü anlatırken, o bize neden fotoğraf olmadığını soruyordu. İmdadımıza Taner Atilla yetişti, “Geçmiş olsun çocuklar, çok önemli bir olay yaşamışsınız, ölümden dönmüşsünüz, ben Önder’e söylerim sizinle bir yemeğe çıksın ve rahatlatsın sizleri, siz bana haberi hızlı bir şekilde yazın ve gönderin” dedi.
Tabi ki Önder ağabeyin yemek işi yalan oldu, biz korktuğumuzla kaldık, ertesi gün 21 Mart 1987 günü gazete manşetinde, “Milliyet uçağına taciz” haberiyle çıkmıştı. Bir gün sonda da Yunan hükümeti tarafından nota yedik. Türk uçakları bizi radardan görmeseydi, 32 yıl sonra bu günlerde rahmet ile anılacaktık!