Selma, o sabah yataktan düşünceli kalktı, artık karar vermek durumunda olduğunu hissediyordu. Annesi duygusal bakmış, babası ise daha sağlıklı düşünmesi konusunda ısrarcıydı. Evleneceği insan neredeyse babasının yaşına yakındı. Yervant ile babası arasında 12 yaş vardı, ama o çok seviyordu bu adamı.
Üniversite yıllarında bir kafeteryada arkadaşlarıyla sohbet ederken, üç masa ötede tek başına oturan Yervant dikkatini çekmişti Selma’nın. Yervant da dikkatini Selma’ya verince gözler buluşmuş, kıvılcım çakmış, geleceğin müstakbel damadı konusunda kararı vermişti bile. Saçma sapan, ama tanımadan, konuşmadan, kim olduğunu, nerede yaşadığını, ne iş yaptığını, evli mi, bekar mı olduğunu araştırmadan, Selma; “ben bu adamla evleneceğim,” diye geçirdi aklından o dakikada, o anda.
Bir daha uzun süre göremedi Yervant’ı. Haftalar sonra yine okul çıkışında durakta burun buruna geldiklerinde önce gözleriyle selamlaştılar. Dakikalarca bakıştılar. Sonra duraktaki banka oturdular, sessizce durdular dakikalarca. Selma cesaretini toplayarak kendini tanıttı adını söyledi. Yervant da kendini tanıttı, birkaç dakika içinde yaşını, ne iş yaptığını kim olduğunu.
Ailesinin 250 yıldır İstanbul’da yaşadığını köklerinin burada olduğunu artık kendisini bir Türk vatandaşı gibi hissettiğini, ancak kendi gelenek ve göreneklerine göre yaşamaya devam ettiğini bir çırpıda anlatıverdi Yarvent. Kısa sürede ilişkileri gelişti, her gün okul çıkışı buluşmaya başladılar.
Yarvent yaşça kendisinden oldukça büyüktü, hiç evlenmemiş, yıllardır annesiyle birlikte yaşıyordu. İstanbul’un en büyük otellerinde aşçılık yapıyordu. Kısa süre içinde evlenmek istediğini söyledi Selma. Yarvent ise Selma’nın önce okulunu bitirmesini sonra evlilik konusunda karar verebilecekleri konusunda ısrarcıydı.
İçi içine sığmıyordu Selma’nın konuyu babasına açtı. Babası hop oturdu hop kalktı, adeta çıldırdı. Annesi ne kadar sakinleştirmeye çalışsa da babayı ikna edemediler. Selma, günlerce babasına yalvardı, çok sevdiğini söyledi. Bu evliliği ısrarla yapmak istediğini anlattı babasına anlattı durdu günlerce.
Aradan aylar geçti, buluşmalar devam ediyor, babayı ise ikna turlarından vazgeçmiyordu Selma. Sonunda baba yüreği dayanamadı kızının ısrarlarına. İki aile arasında söz kesildi, birkaç hafta içinde nişan ve ardından nikah için gün aldılar. Nikahın kilise mi, yoksa nikah salonunda mı kıyılacağı konusu gündeme bile gelmedi. Belediye nikah memurunun karşısına oturdular iki şahit ile birlikte yakınları, anne ve babalar şahitlik etti bu mutlu güne.
Yaklaşık bir yıl sonra Selma sevinçten havalara uçarak Yervant’ın kollarına attı kendini, hamile olduğunu müjdeledi. Evde bayram havası esti bir anda. Günler, haftalar, aylar geçiyor, Selma ile Yarvent’in evliliği çok mutlu gidiyordu.
Ama Selma’nın babası, içi içini yiyordu. Canı sıkılıyordu, bir de torun geliyordu. Kendi kendine söyleniyordu, “gavur torun istemem” diye. İstese de istemese de erkek bir torun geldi dünyaya. Evde bir şenlik havası herkes mutlu. Konu doğal olarak konulacak isme geldiğinde, Selma’nın babası kendisinin isminin konulmasını istedi.
Herkes şaşkın bir şekilde birbirine bakarken Yervant hiç düşünmeden, babanın adına onay verdi. Verdi vermesine ama Selma’nın babası Yervent’in koluna girip kulağına, “bana bu yaştan sonra gavur torun verdin ya!” diye seslendi. Yervant kulaklarına kadar kızardı, sesini çıkarmadı, huzursuzluk çıkmasını istemiyordu. Ama bu sözü hiçbir zaman unutmayacağını söyledi Selma’nın babasına.
Ardan yıllar geçti, Selman okula başladı. Ermeni okulunda çok mutluydu Selman. Dedesinin adını taşıyordu, dedesi de mutluydu torunun bu ismi taşımasından. Ama Yervant, “gavur torun” lafını hiç ama hiç unutmadı. Bir akşam sohbet sırasında kayınpederine, “bizim köklerimiz belli sen de bir araştırsana, e-devlet’den bilgi alabilirsin,” diye sinsice sonucu merakla beklediğini söyledi.
Selma’nın babası da gerçekten bir merak içine girdi. Telefonundan hemen e-devlet’e girip soyuyla ilgili bilgileri kontrol etti. Yüzü bir anda kıpkırmızı oldu. Kalbi hızlı bir şekilde atmaya başladı. Salondaki herkes merak, bir yandan da sağlığında bir sıkıntı mı olduğu endişesiyle onu izliyordu.
Damadından yıllar önce torunuyla ilgili sar fettiği, “gavur torun istemem” sözleri için özür dileyen baba, köklerinin İspanya’daki Sefarad Yahudilerine kadar uzandığını öğrendiğini, yaşamın içinde kimin gavur, kimin Hıristiyan, kimin Müslüman ve kimin Yahudi olmasının öneminin bulunmadığını söylerken yıllardır evin içinde yaşanan gergin hava yerini; mutlu, huzurlu ve keyifli bir atmosfere bırakmıştı.