Anadolu’nun bir köşesinde yaşayan ve çiftçilik ile geçinen ailenin en yaşlı bireyi, beyaz saçlı, pembe yanaklı, tonton babaanne, o gün çocuklarına ve torunlarına pirinç pilavı yapmaya karar vermişti.
Cam kavanozun içindeki pirinçleri, bir tepsiye boşaltarak ayıklamaya başlayan babaanneyi, altı yaşındaki evin en küçük erkek torunu dikkatlice izliyordu. Babaanne tepsideki küçük siyah bir taşı kenara doğru itmek isterken bir pirinç tanesini yere düşürdü.
Babaanne eğildi ve pirinç tanesini aramaya başladı. Torunu bir tane pirinç için yerlere eğilen babaannesine “Aman babaanne, bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya değer mi?” diye hayıflandı.
Tonton babaanne hayatında ilk defa ona karşı sertleşti ve öfkeyle yerden doğruldu “Sen oturduğun yerden ahkâm kesiyorsun ama hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar bilir misin? Bir pirinç tanesinde kaç insanın göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var biliyor musun?” diye yükseldi. Torunu utancından kıpkırmızı olarak başını öne eğdi.
Aradan yıllar geçmişti. Torun büyümüş Hukuk fakültesine gidiyordu. Avukat olacaktı… Çoğu öğrenci gibi o da asıl adı Emile-Auguste Chartier olan ünlü Fransız felsefeci Alain’in proposlarını okurken şaşkınlıkla irkildi.
Alain “bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa bütün uygarlığa karşı ihanet etmiş olur. Bir iğnenin üretiminde binlerce insanın alın teri, göz nuru, el emeği vardır.” diyordu. Hemen babaannesi ile o pirinç tanesini hatırladı, gözleri dolu dolu oldu…
Avukat olduktan sonra bir vesileyle İsveç’in başkenti Stockholm’e gitti. Otele yerleşti ve sabah olduğunda tıraş olmak için banyoya girdi. Aynanın yanında yapıştırılmış bir not vardı. “Lütfen tıraştan sonra jiletinizi çöpe atmayın. Yan tarafta bulunan kutu içine atınız. Bir tek jilet ile dahi olsa İsveç çelik sanayisine katkıda bulunun.” yazıyordu.
Hayretler içerisinde kalmıştı. Çocukluğundan beri birçok çelik eşya için “İsveç çeliğinden yapılmıştır” ibaresini görür ve çelik denilince İsveç aklına gelirdi. İşte o ülke kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor ona sahip çıkıyordu. Hatta bunun için ülkesine ziyarete gelen turistlere bile rica yollu uyarıda bulunuyordu.
Kişi başına düşen milli geliri oldukça yüksek ülkelerden biri olan İsviçre’de zaman zaman belli aralıklarla radyo ve televizyonlardan uyarı haberleri verilir. “Şu tarih, şu saatte personelimiz evinize uğrayacak olup okumadığınız, ilgilenmediğiniz ne kadar kitap, dergi, gazete, kâğıt ambalaj kutu varsa velev ki bir ilaç prospektüsü dahi olsa kapının önüne koyun ve İsviçre kalkınmasına yardımcı olun. Fazla ağaç ziyanına engel olun.”
Bu alıntıyı okurken alınması gereken dersleri her halde sıralamaya gerek yoktur. Aslında hepimiz “İsraf haramdır.” öğretisi ile büyüdük. Cenab-ı Allah “yiyin, için israf etmeyin” diyerek ayet-i kerimede müminlerin vasıflarını şöyle tanımlıyor; ”Onlar, harcama yaptıklarında ne israf ederler, ne de cimri davranırlar. Bu ikisi arasında bir yol tutarlar.”
Bu günlerde yaşadığımız su, enerji gibi önemli kaynaklarımızın israf edilmesini konuşuyoruz konuşmasına da, sözlerimiz ile uygulamamız örtüşüyor mu? Tartışılır… Lafa gelince mangalda kül bırakmayan bizler, gündelik yaşamamızda bu hassasiyeti gösterebiliyor muyuz?
Sözlükte; gereksiz harcama, savurganlık, tutumsuzluk olarak açıklanan “israf” kelimesi, “haddi aşma, gaflet, hata, cehalet” gibi anlamlara gelen “seref” kökünden türetilmiş olup genel olarak inanç, söz ve davranışta dinin, aklın ve örfün uygun gördüğü ölçülerin dışına çıkmaktır.
Öyleyse; diş fırçalarken, el yıkarken boşa akan sular, seyretmediğimiz halde çalışan televizyonlar, işimiz bitip çıktıktan sonra yanmaya devam eden oda ve banyo lambaları, çöpe atılan gıdalar gibi israflarımızın dışında;
Kendisini ve yaşadığı toplumu iyiye, doğruya yönlendirmek için indirilmiş kutsal kitabın içeriğinden bihaber olarak yaşayıp dini kullananlar, yüce İslam DİNİMİZİ İSRAF ETMİYORLAR MI?
Onun hayatı hakkında bilgi sahibi olmadan mücadelesini, hepsinden önemlisi ilkelerini anlamadan, bilmeden onu kullananlar, Cumhuriyetimizin kurucusu önderimiz ATATÜRK’Ü İSRAF ETMİYORLAR MI?
Başkasının sınırlarına girip hakkını gasp etmeyi normal sayanlar, düşünce ve söylem hürriyetini kendine göre ayarlayanlar, hukukun herkese eşit olması gerektiğini unutanlar DEMOKRASİMİZİ İSRAF ETMİYORLAR MI?
Kurulduğu günden bugüne “cumhur” olmanın ne manaya geldiğini bilmeyenler, kullanacağı oyun kutsal ve bir o kadar önem taşıdığını göremeyenler CUMHURİYETİMİZİ İSRAF ETMİYORLAR MI?
İSRAFSIZ NİCE MUTLU 29 EKİMLERE…