O gün garip duygularla çıkmıştım işten…
İçim daralıyordu nedeni yok ama sıkılıyordum. İlginçti o gün beni üzecek pek de bir şey olmamıştı. İş dersen her zamanki gibi stresliydi ama rutindi o olamazdı… Evet hava sıcak ve bunaltıcıydı ama sebep bu da değildi. Hani bazen hiç yokken kötü bir şeyler olacakmış gibi hissedersiniz ya benimkisi de işte öyle bir şeydi… ‘Hayırdır’ dedim kendi kendime ‘rahat ol’ tramvayla Güzelyalı’daki evime giderken… Bu korona belası hepimizin canını sıktı herhalde ondan dedim içimden…
Oysa yoğun iş temposundan çıkıp o tramvaya binmek ve eve doğru yol almak tüm gün gazeteye hapis olan benim için mutluluk sebebiydi… Hele hele bir de tanıdık çıkıp futbol muhabbetine daldık mı bir başka olurdu o yolculuk. Sağ olsun tanıyanımız da bol… Bazen muhabbet öyle bir hal alır ki konu Göz-Göz oldu mu sağdan soldan karışanımız da bol olur... Çoğu sohbete kaptırır kendilerini evinin durağını bile kaçırır.... En baba açık oturumlar bile cılız kalır bizimkinin yanında sonunda gülüşmelerle birbirimizden ayrılırdık. Ama o gün farklıydı… Coronadan dolayı sakindi o gün de tramvay… Karataş’tan Göztepe’ye doğru ağır ağır yol alırken aklıma Halil ağbi geldi… Evet evet bu olmalıydı huysuzluğumun nedeni… Yüreğim de pencereden bakakaldığım kabarmış denizdeki dalgalar gibiydi… Koca Halil ağbim o yere göğe sığdıramadığım "bombacı" Halil Kiraz uzun süredir hastalıklarla boğuşuyordu... Ne zaman birilerine sorsam olumsuz konuşuyor, ne zaman yakınına gitsem “durum vahim” diyorlardı... Bir kaç gün önce böbrek yetmezliğinden hastaneye yatırmışlardı ama dert bir değil bir çoktu... Sakın hastaneye gelmeyin kimseyi yanaştırmıyorlar diyorlardı yakınları… Hey gidi Halil ağbim hey… Neyse tamvaydan Güzelyalı Durağı’ndan inip dalgın dalgın eve giderken karşıdan gelen bir adam durdu aniden karşımda… “Sinan, Sinan’’ diyordu arka arkaya gür ve coşkulu bir sesle… Sonra ‘’Selam vermeden mi geçiyorsun yoksa...” diyerek cümlesini tamamladı sevecen bir tavırla ... Baktım yaşlı bir adam... Ağzında maske, gözünde gözlük... Tanıyamadım. O da fark etti ve gözlüğünü çıkardığında bakışlarından anladım... Buldozer Fevzi. Evet evet Fevzi Zemzem. Efsane takımın unutulmaz kralı. Göztepe’nin bir çok destanının baş yazarı…
Metin Oktay’ın Metin Oktay olduğu dönemde gol kralı olan büyük kral… Metin Oktay ile aynı sayıda gol atmasına rağmen (Ve bunların hiç biri penaltıdan değil) krallığı Metin Oktay’a verecek kadar mütevazi cömert hepsinden öte adam gibi adam… Belli ki o da çok yıkılmıştı. Perişandı üzgündü… Öyle ya onlar Halil’i Gürsel’’i Nevzat’ı Çağlayan’ı. Nihat’ı küçüğü büyüğü Mehmetler Ertan’ı hemen hemen hepsi aynı bedende can gibiydi… Canı yanıyordu tabii ki de… Gözler dertleşirken ben cümlelere döktüm kederi… “Ağbi” dedim. Halil ağbiden kötü haberler geliyor.... “Evet ya kahroluyorum.
Nevzat’ın da (Güzelırmak) durumu vahimmiş. Eşlerimiz hep görüşüyor ya... Oradan haber aldım dün gece… Uyku girmedi gözlerime…’’ dedi. Ayak üstü dertleştik aklımız sıra. Kelimelerin tükendiği sözün bittiği yerdeydik. “Hadi ya ağbi aman kendinize iyi bakım. Siz bizim göz nurumuzsunuz” deyip ayrılırken güçlükle vedalaştım çok sevdidiğim Fevzi ağabeyimden… Nevzat ağbiye mi üzüleyim Halil ağbiye mi yanayım derken gece geç saatlerde Halil ağbinin yoğun bakıma alındığını öğrendim... Elim telefona gitmek istemiyordu... Ama gözlerim tuşlarda, yüreğim bas bas bağırıyordu "ara... ara... ara..." diye... Kızı İlgi benim kardeşim gibidir... Utana bezile çevirdim numarayı... "Babam çok kötü" dedi İlgi... Sonra başladı ağlamaya... "Güçlü olmalısın" desem de telefonda hüngür hüngür ağılıyordu... İlgi’yi çok iyi anlıyordum. Çünkü yakın zamanda ben de babamı kaybetmiştim… Babamdan acı tecrübe olsa gerek ‘’Seni alıyorlar mı yoğum bakıma’’ dedim... "Alıyorlar" dedi. ‘’Ama bak orada sakın ağlama İlgi...Halil ağbi güçlüdür yenecektir. O ağları yırtan, dünyayı deviren adam. Bak göreceksin bunu da yenecek. Güçlü olmalısın" dedim. "Hiç ağlar mıyım babamın yanında’’ dedi İlgi ve ekledi: ‘’Ellerini tutuyorum başaracağız diyorum hep ona. Kendi başıma kaldığımda ise kimsenin görmediği yerlere gidip tutamıyorum ağlıyorum....Ve saatler sonra ölüm haberi geldi Halil ağbinin... 37 yıllık gazetecilik hayatımın büyük bir bölümünü onunla geçirdim... Gün geldi teknik direktör olarak karşımdaydı, gün geldi gazetemizde yazar, televizyonda konuğumdu... İstanbul'undan Düzce'sine, Sakarya'sından Van'ına, Trabzon'un dan Antalya'sına neredeyse Türkiye'nin dört bir yanına gitmedik yer bırakmadık onunla... Bazen uçakla, bazen otobüsle, bazen de küçük bir münibüs ile... O benim yol arkadaşım, yoldaşım, sırdaşım, ağabeyim, babam gibiydi... Göztepe'nin peşinde yıllarımız geçti... Kimi zaman hüzünlendik ağladık, kimi zaman sevinçten bayram yaptık... Ortak sevgimiz Göztepe'ydi... Bilmem kaç yüz kez Atletica Madrid, Roma maçlarını dinledim onun ağzından…
Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda Gürsel Aksel'in maçtan önce televizyonlara röportajda ‘Göztepe’ye 3 atarız diyen Ziya Şengül'e 3-1'lik zafer sonrasında topu uzatıp "Al size 3 bu da sana dört olsun" dediği anı, Aktlitico Madrid maçında herkesin penaltı atmaktan kaçtığı anda topun başına geçişini, Nevzat Güzelırmak'ın "Kalecinin iki gözünün ortasını nişan al ve olabildiğince sert vur" deyip meşin yuvarlakla fileleri yırttığı o anı, Roma maçından önce kaybolan lisanslar ve pasaportların nasıl bulunduğunu Bursa’da Nihat Yayöz’ün son dakikada attığı golle Türkiye Kupası’nda finale kalışlarını ve olaylı maçta stadı asker kıyafetleriyle nasıl terk ettiklerini birer öykü gibi anlatırdı... Yüzlerce, binlerce kilometreler onun ağzından süzülen kelimelerle erir çabucacık biterdi... Onunla yolculuk etmek, onumla yaşamak güzel renkli güzel ve ayrıcalıklıydı...
Kimi zaman Ali Artuner'i konuşurduk, kimi zaman Adnan Süvari'den Gürsel Aksel'den bahsederdik... Hepsi büyük futbolculardı elbet ama onun cümlelerinde yere göğe sığmayan koca koca kahramanlardı...
Sabah Güzelyalı’daki evinden onu gazetenin arabasıyla alır sonra Türkiye’nin dört bir yanına maçlara giderdik…
Çoğu zaman eşi Önem hanım yolcu eder bazen de daha erken vakitlerde geleceksem cam kenarında tek başına gelişimi beklerdi. Göztepe nerede biz oradaydık anlayacağınız. Hiç unutmuyorum Halil ağbi ile ilk deplasmana gidiyoruz. Ben harcırah yazacağım. Zamanın parasıyla o dönem kişi başı 40’ar lira alıyoruz. Belgeleri yazdım ve onaylatmak için müdürüm Abdi Karagözoğlu’na gittim… O sırada yanı başımızdaki masada oturab Türk basınının duayeni Gürkan (Ertaç) ağbi devreye girdi… ‘’Sinan kaç lira yazdın’’ diye… Şaştım soru karşısında ‘’Ağbi her zaman olduğu gibi 40’ar lira’’ dedim. Başladı gülmeye ‘’Oğlum sen Halil’e en az 80 lira yaz’’ dedi ‘’olur mu’’ derken ‘’gittiğinde görürüsün’’ dedi ve bana tüyolar verdi… Daha önce onunla defalarca yolculuk yapan Gürkan ağbi ‘’Sabah en az 5-6 boyoz iki yumurtayer… Aç kalırsa öfkelenir. Öğlen ve akşam gerekirse duble köfte yaptır köfteye bayılır’…
’ Ağbi yapma etme kaç yaşında adam yiyemez ben bile yiyemem’’ dememe kalmadı Gürkan ağbi ‘’Görürüsün’’ dedi.. Ne mi oldu Gürkan ağbinin dediği oldu.. Harcırahı 2-3 katına çıkardım o bile bize zor yetti… Yıllarca Halil ağbiyle yolculuk yaptım Gürkan ağbi az bile söylemiş nelere şahit oldum nelere… Tabii bunlar hoş seda muhabettler.. Efsane takımın yeme konusu ile ilgili notlarımı sonra başka bir yazıda anlatırım…
Hiç unutmuyorum 1998-99 sezonu... Halil ağbiyle birlikte Antalya'dayız... Hani o 18 yıl sonra finalde Rizespor'u Ceyhun’un asistiyle Hasan Çelik'in attığı golle 1-0 yenip Süper Lig'e çıktığımız gün... Şevket’in kale çizgisinden Cafer’in şutunu çıkarırken yüreklerimizin ağza geldiği o gün sabaha kadar sevinç gözyaşları döktüğümüz Antalya’daki maç… Ben yıllarca Göztepe'nin çile dolu günlerini yazan Sinan Genç çocuklar gibi şendim... Çünkü, yaşayan bedenimde ilk kez Süper Lig coşkusu yaşıyordum... Yere göğe sığmıyordu mutluluğum... Eşim, çoluğum, çocuğum herkes Antalya'daydı... Hayatındaki en mutlu günün hangi gün deseniz herhalde o günü söylerim... Sabaha kadar yazdık, çizdik gazeteye haber yolladık. O gece Antalya'da büyük coşku büyük mutluluk yaşadık... Artık bitap düşmüş İzmir'e dönüyorduk…
Arkamızda gö alabileceği kadar uzun sarı kırmızı bayraklı konvoy… Bizşampiyon olmuş takımın tobüsünün bir arkasında arabada Halil ağbiyle birlikteyiz. Fark ettim. Gülüyordu, seviniyordu ama biz gibi değildi...
Dayanamadım sordum: "Ya Halil ağbi neden durgunsun... Sen hepimizden daha fazla Göztepelisin. Bak yıllar sonra Süper Lig'e çıktık. Neyin var hasta mısın yoksa?" dedim...
Başını sağa sola çevirip maviş maviş baktı gözlerime...
"Sinanım elbette çok mutluyum ve huzurluyum... Ama beni bu zaferler açmıyor... Biz alışmadık ki 1.Lig'de şampiyonluğa sevinmeye... Biz Avrupa'da oynadık destan yazdık, Türkiye kupasını, Cumhurbaşkanlığı kupasını kazandık... Çoğunu da son anda kaçırdık... Şimdi sen bana diyorsun ki 1.Lig şampiyonluğuna sevin. Seviniyorum ama Süper Lig'e çıktığımız için değil, eski günlere döner miyiz diye...
Dedim ya Göztepe ile büyük zaferler yaşamış, destanlar yazmış bir takımın önemli bir kahramanıydı Halil Kiraz... Türk futbolunun şahlanışının ilk yıldızıydı onlar... Avrupa'dayarı finale çıkan bir destanın yıldızlarıydı...
Ve Diyarbakır deplasmanı
Halil ağbi ben ve bizim televizyon ekibi tam kadro Diyarbakır deplasmanına gittik. Hani o Deniz Kolgu'nun attığı golle Göztepe'nin 1-0 kazandığı ve şampiyon olduğu o sezon ki maç. Maçtan önce Diyarbakır'da müthiş bir atmosfer var. Göztepe'yi yenerlerse kesin şampiyon olacaklarına inanıyor. Bütün Diyarbakır ayakta... Öylesine bir ortam ki fanatikler sahada provakatörler soyunma odasında. Futbolculara teknik adamlara tehditler küfürler anlayacağınız psikolojik bir baskı var. Biz de sahada gelişmeleri izliyoruz. Çoğu İzmirli gazeteci stada girerken ''İstanbul'dan geldik'' deyip hedef olmaktan kurtulmaya çalışıyor. O sıralar Genel Kaptan Bülent Maro yanıma geldi ''Sizin kameramanı dövüyorlar'' dedi. Gittim polislerle zor aldık kamareman Müslüm'ü... Sonra beni bellediler fanatikler boşluğu bulup üzerime çullandılar maç öncesi... Sonra Emniyet Müdürü yanıma bir polis verdi rahatladım ama bu arada Diyarbakırlı gazeteci meslektaşlarımın küfürleri ve tacizleri başladı. Ben maç dakikalarını tutuyor fotoğraf çekiyor bir taraftan da televizyona bağlanıp olayları anlatıyorum. Fanatiklerin Göztepe soyunma odasını bastığını içeriye böcek ilacı sıkıldığını teknik direktör rahmetli Ümit Kayıhan'a bir kişinin yumruk attığını bizim de tartaklandığımızı söylüyorum. Konuşma bitip telefon kapandıktan sonra televizyon yönetmeni beni aradı...
''Sinan ağbi sen savaş var kıyamet kopuyor diyorsun Halil ağbiye bağlandık müthiş misafirperver insanlar. Diyarbakır'da çok iyi ağırlanıyoruz' diyor. Hangisi doğru ağbi ne yapalım'' Güçlükle ikna ettik Müslü'le İzmirdekileri... Göztepe olaylı maçı Deniz'in golüyle 1-0 kazandı futbolcular da bizde canımızı zor kurtardık .Benim yanımdaki polis kaybolunca maç sonunda tüm fanatikler üzerime koşmuştu. Sağ olsun Kaleci Bülent ve polisler sayesinde zor attım kendimi Göztepe soyunma odalarına... Daha sonra ne mi oldu... Halil Kiraz'ın yanına gidip durumu sorduğumda şunları anlattı: Sen beni basın tribününe bıraktığında Diyarbakırlılar beni tanıdı. 'Ne işin var ağbi' deyip beni şeref tribününe aldılar. Vali ve yöneticilerle tanıştırdılar. Onlar da beni yanlarına aturttular.
Maçtan önce kebaplar çiğ köfteler rakılar ayranlar geldi... Üstüne tatlılar... Ben valinin yanındaydım. Vallahi çok iyi ağırladılar. Diyarbakırlılar müthiş misafirperver insanlar...'' Ben mi me yaptım ? Anlattım olayları Halil ağbiye sonra sustum... İşte efsane olmak böyle bir şey diye...
----------------------------
İşte sizlere Halil Kiraz'ın ağzından Göztepe macerası. "Güzelyalı'da tepenin oralarda tarla gibi bir sahamız vardı. Arkadaşlarla orada maç yapardık, ben de golcüydüm. Bir gün baktık Göztepe takımı sezon açılışı için Susuzdede'ye dua etmeye geldi. Ben de onların arkasına takıldım, tarlaya kadar gittim. Karşılıklı maç yapacaklardı, bir kişi eksik kaldı. Bana, 'Sarı, kalecilik yapar mısın?' diye seslendiler. 'Yaparım,' dedim. Halbuki kalecilikle alakam yok benim.
'Yok ben santrfor oynarım,' diyebilir misin? Geçtim kaleye. Onlar da bana çok sert şut çekmediler. Oraya, buraya zıpladım. 'Sarı senden çok iyi kaleci olur, yarın idmana gel, Abbas Göçmen hocayı gör, seni genç takımla idmana çıkarır,' dediler. O gece heyecandan sabaha kadar uyuyamadım. Ertesi gün gittim idmana, sahada ufak tefek bir adam vardı. 'Burada Abbas Göçmen varmış,' dedim. 'Ne yapacaksın onu?' dedi. 'Onu arıyorum,' dedim. 'O benim kerata,' diye karşılık verdi. 'Alil sen misin?' diye sordu. Ben evet deyince, 'İyi, hadi geç bakalım kaleye,' dedi. Çift kaleden evvel ısınmak için şut atıyorlardı. Ben uçuyorum, bazılarını tutamıyorum. 'Alil çık kaleden,' dedi. Çıktım kaleden, yanına çağırdı. 'Sana kim kalecisin dedi? Senden kaleci olmaz.' Bunu duyunca ben üzüntüden ne diyeceğimi bilemedim. 'Geç kale önüne, ortalanan toplara vur bakayım, göreyim seni,' dedi. Ben birkaç şut çekince, 'Bak ne güzel vuruyorsun toplara,' diye bana cesaret verdi. Şut çekerken bana, 'Şöyle vuracaksın, ayağının içinle vuracaksın,' diye gösterdi ve yakından vurursam kalecilerin elini bile kaldırmaya fırsat bulamayacağını söyledi. Beni idmanlar bittikten sonra özel olarak devamlı çalıştırıyordu."
İzmir Genç Karması formasıyla.
Sert şutlarıyla ve çalışkanlığıyla göze batan genç oyuncu Halil Göztepe genç takımına seçilmiş ve iki sene boyunca takım kaptanlığı yapmış. Babası kasaptı. Adnan Süvari'nin babası da o kasaptan çıkmadı. Bir gürn baba Süvari, Halil'i görünce 'Halil, Abbas seni çok seviyor, gözüne girmişsin, artık benim bir şey söylememe gerek yok,' diyordu." Genç oyunculara fırsat vermekten hiç çekinmeyen Adnan Süvari onu 1961-62 sezonundan itibaren, yani henüz daha 17 yaşındayken A takım kadrosuna almış. "17 yaşında Abbas Göçmen'in sayesinde Göztepe'de oynamaya başladım ve Adnan Süvari'nin sayesinde isim yaptım. Göztepe aşığı oldum. Takıma yeni girdiğim günlerde Karşıyaka'yla bir hazırlık maçı oynamıştık. Adnan abi yeni bırakmıştı Karşıyaka'yı. Onları 5-0 yendik, iki golü ben attım. Moralim bayağı yükselmişti."
Halil Kiraz tam bir Adnan Süvari aşağıydı, o günleri şöyle anlatıyordu: "Adnan abi 1961 senesinde Göztepe'nin başına geldi ve yaşlı futbolcuları takımdan uzaklaştırdı. Beni, Ali'yi, Nihat'ı takıma yerleştirdi. Hepimiz için on, belki on beş maç ısrar etti. Bir oyuncu elbette her maçta iyi oynayamaz, kötü maçları olur. Ben 17 yaşındayken İstanbul Mithatpaşa'da Fenerbahçe maçına çıktım. Kalemizi şaşırdım. Karşımda Lefterler, Canlar, Basriler var. Hayran olduğum oyuncularla karşı karşıya oynuyorum. O kadar heyecanlıydım ki bir ara daldım onları seyrediyorum.
Gürsel abi, 'Halil, Halil, oğlum sen maçtasın!' diye seslendi. Böyle olaylara rağmen Adnan abi bize her zaman güvendi. Maçtan önce ve sonra futbolu konuşmak istemezdi. 'Ben şimdi size bir şey anlatsam beni duymazsınız,' derdi. Kampta bir gün evvel, bir gün sonra konuşmazdı. Fakat o Fenerbahçe maçına çıkmak üzereyken bizim yanımıza geldi, 'Çocuklar bugün gerekirse beş tane yiyin ama bir tane gol atın,' dedi. 'Zaman gelecek göreceksiniz, biz bunları burada yeneceğiz.' Üç-beş yıl içinde bu dedikleri gerçekleşti. Neden? Çünkü aynı kadroyu devam ettirdi. O efsane takımı yaratan bana göre Adnan abidir. Gürsel abi topu bana atıyordu, ben heyecandan ayağımın altından kaçırıyordum. Gürsel abi, 'Hadi oğlum devam,' derdi. Adnan abi kenardan, 'Hadi evlat, aferin,' diye moral verirdi. Öyle davranmayıp azarlasa ben daha doğmadan bitmiştim. Rahmetli çok kaliteli bir insandı. İspanya'ya gittiğimizde havaalanında çeşitli ülkelerden gazeteciler etrafımızı sardı. İspanyol, İtalyan gazeteciler İngilizce soru sormaya çalıştı. Adnan abi, 'İngilizler şuraya, İspanyollar şuraya, İtalyanlar şuraya geçsin, hepinizle ayrı ayrı konuşacağım,' diye onları ayırdı. Hepsiyle kendi dilinde konuştu. Hiçbir zaman hoca dedirtmezdi kendine, ağabey gibiydi; zaten bizim gibi Göztepe'nin eteğinde büyümüş bir ağabeyimizdi."
Göztepe'deki ilk sezonunda sadece beş maçta yer almasına karşın ikinci sezonundan itibaren takımın değişmez oyuncusu olmuş. "Takımdaki esas yerim sol açıktı ama sağ bek sakatlandığı zaman ben oraya, Ceyhan sol açığa geçerdi. Fevzi mi sakat, Halil 9 numaraya, Ceyhan sol açığa. Nihat mı sakat, Halil sağ açığa. Kalede bile oynadım. Kaleci bile değiştirmenin yasak olduğu yıllarda bir maçta Ali sakatlanınca kaleye geçtim. Kısacası Göztepe'de bütün formaları giydim."
Bombacı Halil lakabını almasına sebep olan sert şutlarının doğuştan gelip gelmediğini sorduğumuzda bize verdiği cevap, takımın o yıllardaki başarısının arkasında yatan nedenlerden birini de gösteriyor: "Toplara sert vurmam sadece Allah vergisi bir yetenek değil, çok çalışmayla elde edilmiş bir meziyetti. İdman biterdi, saat 5 veya 6 gibi akşam karanlığı çökerdi. Ona rağmen, rahmetli Ali kaleye geçerdi. O zaman üç-dört tane top vardı. Ali hava kararana kadar kaleden çıkmaz, çamurun içinde oradan oraya uçardı. O sayede kısa sürede A Milli Takıma gitti, Turgay Şeren'i kesti. Ben ve Gürsel abi yüz tane, iki yüz tane şut çekerdik. Hatta onunla iddiaya girerdik direğe kim vuracak diye. Sürekli şut çekerdik. O şekilde çok iyi şut çekmeye alıştık. Bugün takımlarda yirmi beş kişi aynı idmanı yapıyor. Özel idman yapan yok. Adnan abi futbol antrenmanının yüzde sekseni maçtır derdi. Bir kaleye forveti, öbür kaleye müdafaayı alırdı. Forvet elemanlarına sürekli ortalar yaptırır, santrforlar kafaya çıkarlardı. Biz de sürekli yapılan ortalara şut çekerdik. Geçenlerde bir televizyon programında konuşmacılardan biri Hami'nin sert şutlarından bahsedince Erman Toroğlu, 'Ben Bombacı Halil gibi topa vuran adam görmedim,' dedi. Ama bu çalışmakla kazanıldı tabii."
Oyuncuların çok sevip saydıkları Adnan Süvari'yle ufak tefek anlaşmazlıkları olmuyor değildi. Fakat bunlar büyümeden çözümleniyordu. Halil Kiraz bu konuda bir anısını şöyle anlatıyor: "OFK Belgrad maçına gidecektik. Edirne'de özel bir maç yaparak hazırlanıyorduk. Adnan abi maç sırasında beni eleştiren mahiyette bir şeyler söyledi, ben de, 'Tamam abi ya!' diye biraz sertçe cevap verdim. 'Çık dışarı' dedi. Çıktım ama her tarafım yaptığım hatadan dolayı zangır zangır titriyor. O zaman kulübün fazla parası olmadığından otobüsle gidiliyor deplasmana. Adnan abi bana, 'Sen Belgrad'a gelmiyorsun, geri gideceksin,' dedi. Sonra gece oldu, bir baktım yönetici Muhittin Ekiz geldi. O da muhitimizin büyüğüydü. Malzemelerini hazırla, Belgrad'a sen de geleceksin, ama hemen git Adnan abinden özür dile,' dedi. 'Gerekirse ayaklarına kapanırım,' diye karşılık verdim. Hemen odasına çıktım. Kafasına buz torbası koymuş yatıyordu. 'Gördün mü, senin yüzünden ne hale geldim,' diye takıldı. Kalktı sarıldı bana, ben ağlamaya başladım. 'Kerata, sensiz olmaz bu takım,' dedi."
Başarılı olup sivrilen her oyuncu gibi onun da İstanbul takımlarından teklif alması kaçınılmazdır: "Bir ara Beşiktaş'la anlaşmak üzereydim. Hakkı Yeten başkan, Recep Adanır menajerdi. Fakat kulüp beni bırakmadı. Yanlış hatırlamıyorsam idarecilerimizden David Franko, 'Halil'i verirsek arkası çorap söküğü gibi gelir; Gürsel'i, Nevzat'ı, Çağlayan'ı da alırlar, Göztepe biter,' demiş. Bizden evvel çok güzel bir İzmirspor takımı vardı; Nedimler, Rahmiler, Güvenler filan. Sami Özok o takımdan yedi futbolcuyu üç büyüklere sattı ve kısa zamanda küme düştüler."
Göztepe ilk çıkışını 1967'de Türkiye Kupası finaline yükselerek gerçekleştirirken, kurayla kaybedilen final maçı Halil Kiraz'ın unutamadığı anılardan biri olmuş: "Türkiye Kupası finalini oynuyorduk Altay'la. Normal süre ve uzatma 2-2 berabere bitti. Yazı tura atışında kupayı kaybettik. Ama maçtan sonra Göztepeli seyircilerin bizi çağırıp bağrına basmasını, dakikalarca alkışlamasını hiç unutmuyorum." Bu çıkışın devamında, ertesi sezon başlarında, Atletico Madrid'i 3-0 yenerek tur atladıkları o unutulmaz maç gelmiş. Halil Kiraz'a adını bütün Türkiye'nin duymasını sağlayan o maçı anlattırıyoruz: "Maçın daha başlarında bir penaltı oldu. Gürsel abi topu alacak, atışı yapacak diye düşünüyorum. Ceza sahası kenarına gideyim de top kaleciden geri dönerse vurabilirim diyorum. Fakat Gürsel abi bana döndü, 'Halil, git at penaltıyı,' dedi. Alsancak Stadında 20 bin kişi var. Tellerin önünde oturan seyirciler bile var, her yer tıklım tıklım. O anda o 20 bin seyircinin hepsini omzumda hissettim. Çıt çıkmıyor sahada. O andan sonra atmam diyemezsin. Üç saniye içinde topu diktim, kendi kendime, 'Ulan Halil, kaleyi tutturamazsan senin bombacılığına yazıklar olsun,' diye söylendim. Kaleci sağa sola oynuyordu, yaradana sığınıp bir vurdum. Top kalecinin başının üstünden geçip ağları yırtarak dışarı çıktı, tribünlerde çıt yok. Hakem santrayı gösterince bütün stat ayağa kalktı. Sonra Gürsel Abi kafayla bir gol atıp durumu 2-0 yaptı."
Atletico Madrid maçının ertesi günü Yeni Asır, sayfanın yarısını Halil Kiraz'ın penaltıdan attığı ilk gole ayırmış.
"Collar diye bir kaptanları vardı, sol açık. Çok çabuk bir adamdı. İlk maçta bizim sağ bek Küçük Mehmet'i paçavra yaptı. Oysa Mehmet çok çabuk oynardı ve kuvvetli bir oyuncuydu ama sakatlandı. İzmir'deki maçtan önce Adnan abi akşam beni çağırdı, 'Yarın sağ bek oynayacaksın, en çok sana güveniyorum,' dedi. Benim hayatımı değiştiren bir olaydı bu. Maç başladı, ben Collar'a iki tane girdim. Ne o Türkçe konuşmasını biliyor, ne ben İspanyolca. Bir şeyler homurdanıyor, ben buna bir giydirdim, taca attım yani adamı. O zaman kart uygulaması yok, hakem birkaç kez bana ihtarda bulundu. İkinci yarıda Collar kızdı, gidip hakemin yüzüne tükürdü. Hakem de onu dışarı attı. Artık maçın sonları yaklaşmıştı; sağ taraftan, açık tribünün oradan bir top aldım. Yanlış hatırlamıyorsam Luis Aragones çıktı karşıma. Onu bir çalımladım, baktım solunda top sıçrıyor. Yaradana sığınıp mermi gibi bir şut patlattım, top doksandan kaleye girdi. O zaman beni gören herkes anlatıyordu – Adana'da, Kayseri'de, Antalya'da, bütün Türkiye ayağa kalkmıştı senin attığın bu golle diyorlardı. O dönemde yabancılara karşı galip gelmemiz zordu, sanki savaş kazanmış gibi oluyorduk."
"Atletico Madrid'e attığım üçüncü gol. Halit (Kıvanç) abi bağırıyor: San Roman, Roma'ya kadar uçsan bu topu tutamazsın!"
İlk turdan öteye nadiren geçtiğimiz o yıllarda, Avrupa kupalarında arka arkaya başarılı sonuçlar alan Göztepe, bütün ülkenin gönlünde taht kurmuştu. Sarı-kırmızılı takımın unutulmaz başarılarından biri de Marsilya'yı elemesiydi: "Marsilya maçından evvel Adnan abi yaptığı konuşmada, 'Arkadaşlar bu Fransızlar bizi her zaman küçümser, milli maçlarda bile ikinci takımlarını yollarlar, yenerler ve giderler ama şimdi Türk futbolunun ne olduğunu şu Fransızlara gösterin,' demişti. O maçta sol açık oynuyordum. Ertan çok güzel bir orta yapmıştı, ben gelişine kafayı koydum, 1-0 öne geçtik. İkinci yarı başında kaleciyle karşı karşıya kalınca çaktım şutu, 2-0 kazandık o maçı. Rövanşta 2-0 yenildik. Uzatmada sonuç değişmedi. O zaman penaltı atışları yoktu, yazı tura atıldı. Nihat gitti kuraya ve biz kazanınca Marsilya'yı eledik.Bizim oynadığımız dönemde Göztepe'nin kadrosunu bütün Türkiye ezbere sayardı. Üç büyüklerin kadrolarını saymaya kalksa kimse sayamaz. İşte Göztepe'nin başarısı burada yatıyordu. Bütün Türkiye'de bir Göztepe sevgisi oluşmuştu. Bu sevginin en büyük sebebi Avrupa takımlarına karşı başarılı olmamızdı. Yenilsek bile iyi oynayarak yeniliyorduk."
Halil Kiraz'ın unutamadığı maçlardan biri de 1970'te Fenerbahçe'yi 3-1 yenerek kazandıkları Cumhurbaşkanlığı Kupasıydı. "Maçtan önce bazı Fenerli ve Göztepeli oyuncuları televizyon programına çıkarmışlardı. Ziya Şengül, "Biz Fenerliyiz," filan diye biraz mağrur konuştu ama Can Abi çok temkinliydi. 'Göztepe son birkaç yılda çok büyük atılım yaptı. Bizi İstanbul'da da İzmir'de yeniyorlar. Bu maç bana göre ortada, favori yok. Onların kadrosu belki bizden daha iyi' diye konuştu. Maçın daha başında Nedim'in golüyle 1-0 mağlup duruma düştük. Arkadan üç tane atıp kupayı aldık."
Birkaç sezon İstanbul takımlarını yenerek şampiyonluk potasına giren Göztepe'nin İzmir takımlarına kaybettiği puanlarla hedeften uzaklaşmasının sebebini sorduğumuzda şunları söylüyor: "Avrupa ve İstanbul takımlarına karşı oynarken yaşadığımız konsantrasyon İzmir takımlarıyla yaptığımız maçlara göre çok farklıydı. İddialı rakipleri yendiğimiz zaman daha farklı bir hava yaşıyorduk. Yüzden fazla gol attım ama bugün hâlâ Atletico Madrid'e attığım goller konuşuluyor."
Adnan Süvari'nin Göztepe'den ayrılması, Gürsel Aksel'in futbolu bırakması ardından Halil Kiraz da daha verimli olabileceği bir yaşta, 1970-1971 sezonu sonunda Göztepe'den ayrılmış. "Lisan öğrenmek, antrenörlük kursuna katılmak amacıyla Almanya'ya gittim. Fakat lisan öğrenemediğim gibi memleket hasreti de ağır bastı. Bir ara Özcan Arkoç beni ziyaret etti. Hamburg'un oyuncularından Hrubesch o sıralar sakatlanmış. Beni takıma almak istedi fakat ben Türkiye'ye döndüm. Göztepe kulübü bana hemen altyapı hocalığını verdi. Amatör takımı çalıştırdım. Sekiz sene bu şekilde çalıştım. A takıma iki kez hocalık yaptım. Sökespor'u Üçüncü Ligde şampiyon yaptım. Üçüncü Ligden düşmek üzere olan Selçuk Efesspor'un başına geçip ligde kalmasını sağladım. İzmir dışından çok teklifler geldi ama Ege dışına çıkmak istemedim. Ege'de birçok takımda teknik direktörlük ve antrenörlük yaptım.. Göztepebenim yuvamdı. Burada da işler kötü gittiğinde hep bizi çağırdılar... Koşa koşa gittik. Genel kaptanlık, yöneticilik yaptım. Ama her zaman büyük sevgiyle, coşkuyla... Göztepe forması bizim şerefimizdi, onurumuzdu, nefesimizdi... Ona hep sevgiyle baktık...
Biz de seni hep sevgiyle anacağız bunu sakın unutma Halil Kiraz...
NOT :Yazım biraz uzun oldu ama bölüp parçalamak içime sinmedi... Anlayışınız için teşekkürler...