Bizim gibilere gazeteci-yazar diyorlar..
Ama kendi kendime sorduğum zaman dürüst olmalıyım..
Gazeteci miyim, yazar mıyım?..
Bu soruyu yanıtlamak için gazetecilik hayatıma şöyle bir kuşbakışı bakmak gerek..
İstanbul’daki üniversite hayatımda bazı dergilerde yazarlık yapmıştım, yani 19 yaşımdan itibaren elim kalem tutuyordu, sürekli olarak dergilere her hafta yazımı yetiştirmek için araştırma yapmak, çeşitli gazeteleri okumak, çevremi, ülkemi, dünyayı algılamak zorundaydım. 1971’de üniversiteden mezun olup İzmir’e dönerken kendimi bir “yazar” olarak kabul ediyor ve kafamı vida gibi burkan bir soruyu hep kendime soruyordum:
“Yazar mı olacağım, yoksa bir laboratuvar veya fabrikada ömür mü tüketeceğim?..”
Yazar olamamak müthiş bir yenilgi idi benim için.. Yaşım 24 idi ve siyasi iktidar mücadelelerinin delik deşik yaptığı bürokraside ve boynu bükük devlet fabrikalarında yok olacağımdan pek fena korkuyordum.
Demokrat İzmir’in Kemeraltı’ndaki matbaasının kapısına gidip, ilk yazılarımı jandarma başçavuşu gibi vazifeşinas ve sert mizaçlı kapıcı Midayet Efendi’ye teslim ettikten sonra, ertesi günü yazımın ikinci sayfadaki “Düşünce Alanı” sütununda boydan boya yayınlandığını gördükçe içimi volkansı heyecanlar kaplıyor, yazarlık becerime inancım daha da artıyordu. Demokrat İzmir’de üst üste iki gün, ilk yazım 19 Temmuz 1971 tarihinde yayınlandı, daima inandığım Kemalizm üstüne idi, başlığı ise “Kemalist Devrimin Anlamı” ismini taşıyordu.. Tamı tamına 40 yıl olmuş..
Yıllar ve yazılar birbirini kovaladı.. Çok önem verdiğim ilk sanat yazım Pandomim sanatçısı Erdinç Dinçer’in Atatürk İl Halk Kütüphanesi’nde verdiği gösteri üzerine 15 Kasım 1976 günü “20 Yıllık Savaş” başlığı ile yayınlandı..
Böylece sürekli yazdım, yazılarım gazetede peş peşe yayınlandı. Daha sonra gazetenin içine buyur edildim, artık yazılarımı Çetin Gürel isimli saçları çabuk beyazlaşmaya yüz tutmuş babacan, hafif tombul güleryüzlü bir gazeteci ağabeye teslim etmeye başladım, Çetin Bey, Aydan Seyhan isimli bir dış politika yazarı olduğunu tahmin ettiğim yine güleryüzlü bir genç bayan ile aynı odayı paylaşırdı. Gazetenin genel yayın müdürü Attila İlhan, yazı işleri müdürü ise CHP’den milletvekili olmak isteyen rahmetli Akın Simav idi. Gazetenin kurucusu efsanevi Adnan Düvenci ölmüş, eşi Ayten Düvenci çalkantılar içindeki ülke siyaseti içinde sol bir politika izleyerek otoriter bir üslupla gazeteyi yönetmeye uğraşıyordu, zeki ve güçlü bir hanımefendiydi.
Akın Simav beni fark ediyor
15 Mayıs 1976 akşamı TRT’de, Erol Aksoy’un yönettiği “Hasan Tahsin ve İlk Kurşun” proğramında Güngör Mengi, Zeynel Kozanoğlu ile birlikte Hasan Tahsin’i anlattık. Bu açık oturuma TRT, beni bir yazar olduğum için çağırmıştı. Ben güzel konuşmuşum. Hatta ertesi sabah Karşıyaka’da sahilde şişinerek yürüdüm ve sağa sola bakınarak “Eyy, dün gece beni fark ettiniz mi?” şeklinde çevreye gizlice sorular fırlattım. Kimse beni fark etmemişti.
Ama biri beni izlemişti. Öğle saatlerinde gazeteye geldim. Akın Simav, Attila İlhan’ın Ankara’ya Bilgi Yayınevi’ne gitmesinden sonra Genel Yayın Müdürü olmuştu. Yeşil renkli Vosvos arabasını gazetenin önüne park ederken beni gördü. Yanına çağırdı, “Dün gece televizyondaki sen miydin?” diye gülerek sordu. Evet deyince, beni odasına götürdü. Hemen beni köşe yazarı yaptı, köşemin ismini de “Haftabaşı” koydu, Pazartesi günleri yazacaktım, yalnızca kendisinin yazdığı “Atardamar” sütununu Pazartesileri bana bıraktığını, başarılı olacağıma inandığını belirtti ve çay ısmarladı. Şefkatle beni bağrına basmıştı ya da Nobel’lik büyük yazar potansiyelimi (!) keşfetmişti. Birlikte onun milletvekilliğine ve ölümüne giden yolda, çok mücadeleli ve unutulmaz günler yaşadık, parlamento yılları, 12 Eylül, Zincirbozan Hapishanesi ve hastalık arka arkaya geldi. Onu genç yaşında amansız hastalıktan kaybettik.. Çetin Gürel ile birlikte beni Demokrat İzmir’de yaratan kişilerin en başında gelir.
Var gücümle Demokrat İzmir’de yazıyordum, makalelerim, dizi yazılarım, araştırmalarım, 29 Ekim, 10 Kasım, 23 Nisan, 19 Mayıs, 9 Eylül gibi özel günlerde yaptığım özel sayfalar arka arkaya heyecanla ve büyük bir özveriyle devam etti, çok çalıştım, çok çabaladım, üstelik toplumdan hiçbir şey de talep etmedim. Çünkü bu gazetede yazanlar veya gazeteye gelip gidenler, CHP’den milletvekili olmak için yarışıyorlardı.
Bir aile gibiydi Demokrat İzmir
Gazeteyi Adnan Düvenci kurmuştu. Ziya Hanhan, Naci Sadullah, Attila İlhan, Atila Bartınlıoğlu, Necdet Onur, Ahmet Angın, Hüseyin Baradan, Samim Kocagöz, Özden Alpdağ, Şeref Bakşık gibi dev yazarlar görev almışlardı. Demokrat İzmir gazetesi, bizim için bu ülkeyi Kemalizm yönünde kurtarabileceğimiz bir sığınak gibiydi. Patronun oğlu Yusuf, sayfa çizimini keyifle izlediğim sevgili kardeşim İskender Dinsel, fotoğraf üstadı Şenol Çetin, Osman Özden Hoca, idare müdürümüz Atila Bediz, Ahmet Ünal Delikçi, Yaşar Eyice, Nuri Bilim, Halil Hüner, Sumru Gülümser, Elvan Feyzioğlu, Zafer Alatay, Esat Erçetingöz, Mustafa Ağır, Engin Ağır, Ahmet Gümüşçü, Okan Yüksel, Celal Başlangıç, Hüseyin Yangır, İlker Güneş, Akın Kıvanç, Salim Kadıbeşegil, Melih Dizdaroğlu, Ersin Bozkurt, İsmail Özelçinler, Covanni, düzeltmen Muammer Yüksel, teleks görevlisi Orhan Suda (Pakize’nin babası) gibi daha nice gazeteci ile 1970’li yıllar boyunca birlikteydik.. Kültür sanat sorumlumuz Harika Gürses (İlyasoğlu), dış politika yazarımız Emekli Albay Sait Sepici idi. Burhan Esen, Bekir Grebene, Hayrettin Karademir, Neşe Gülersoy gibi yazarlarımız da vardı.
Bu gazetede doğuştan birbirine ters insanlar vardı. Bir Akın solcu, öteki Akın ise tam sağcıydı.. Yazı İşleri müdürümüz Haluk Usel, ince, uzun, çelebi tipli, karınca ezmez, yavaş konuşan kibar bir aydın kişi idi. Bir başka Yazı İşleri Müdürümüz Ali İhsan Korur, dışarıda “Baraka” isimli bir meyhane çalıştıran, dev gibi, boksör ve güreşçi, göğsü Sevilla boğası gibi inip kalkan, pür heyecanlı, Demirel’e tam tornistan muhalefet yapan ve adamcağızın berbat karikatürlerini çizip birinci sayfaya basan, çok yürekli bir kavga adamıydı, önüne geleni de döverdi. Rahmet diliyorum..
Çocukluk günlerimden ve gençlik heyecanlarımdan beri hayal ettiğim ortamı bulmuştum..
Yazıyordum ve yayınlanıyordu..
Gazetede yazımı görmek ne tarifsiz heyecandı..
Dünyalar benim olurdu..
Hatta geceyarısından sonra Ticaret Matbaası’na gidip, basılmakta olan gazetemizi dikizler, beni tanıyan matbaa işçilerinden bir gün sonraki Demokrat İzmir’i alır, ertesi günkü yazımı geceden okurdum, okurdum, okurdum, sabah gider fiyakayla bayiden bir gazete daha alırdım..