Hikmet Feridun Es’in, kaleme aldığı “Tanımadığımız Meşhurlar” (Ötüken Yayınevi) kitabını okuduğumda, nice yazarın epey pimpirikli (vesveseli, acayip huylu, bulunmaz hint kumaşı psikolojisi içinde) olduğunu fark ettim.
Kitaba bir göz atalım.. Besim Ömer’in hayatında iki korkunç kaza neydi, Chicago sergisinde Türkçe gazeteyi kimler yayınladı, Ahmet Mithat Efendi Avrupa’dan hangi makineyi getirtmişti, Şemseddin Sami neden beş parasız, fakir bir yazardı, Hüseyin Rahmi Gürpınar Büyükada’da ille de bisiklete binme sevdasına neden kapılmıştı, Tevfik Fikret arkadaşlarını neden sol tarafından yürütmezdi, gibi binbir çeşit ilginç davranışlarını, yazar sırlarını bu kitaptan öğreniyoruz.
Afrikalarda bile yamyamlarla röportajlar yapmış olan usta gazeteci Hikmet Feridun Es’in kitabını okurken, hemen aklıma Şeyhül Muhabirin Rauf Lütfü Aksungur geliverdi. 90 küsur yaşında vefat eden ve cesedi ortada kalmasın diye Çeşme’ deki aile mezarlığımıza aldığım ve babamın yanına gömdüğüm Muhabirler Şeyhi ünvanını taşıyan Lütfü ağabeyimiz, babacan, iri kıyım, dazlak kafalı, ağır abi tadında, gazetecilikte yaman, ama kültürde hafif bir büyüğümüzdü. En büyük özelliklerinden biri de Mussolini’ye, Picasso’ya, Rauf Denktaş’a, Sovyet lideri Kruşçov’a ve Hikmet Feridun Es’e çok benzemesiydi, çünkü bu isimlerin hepsi dazlak ve şişmandı.
Lütfü abimiz, bir gün Tünel’den taksiye binmiş, arkaya oturmuş..
Yolda şoför, ikide bir aynaya, bazen tam geri dönerek ağabeyimize dik dik bakmaya başlamış. Az sonra Lütfü abi şüphelenmiş, şöförü hırsız sanmış. Polis adliye muhabirliğinden yetiştiği için, feleğin çemberinin içinden geçtiği için, her zaman siyah çantasının içinde bir ruhsatlı toplu tabanca taşırdı rahmetli. Yavaşça ayaklarının altındaki çantadan tabancayı alıp, kuşağına yerleştirmiş. Bir süre sonra şoför, tam dönüp sormuş:
- Hikmet ağabeycim, bir gün o yamyamlar seni yiyecek. Korumuyorsun kendini yahu, demiş.
Afrika röportajlarıyla halka kendini çok sevdiren ünlü gazeteci Hikmet Feridun Es’e benzetildiğini anlayan ve şişinen Lütfü abi, tabancasını sıyırıp şoförün ensesine dayamış:
- Evlat, bizde ateş borusu var. Sen merak etme!
Yazarlar, pijama giyerler mi?
Naci Sadullah Danış, fikir işçisi, kültür azmanı bir solcu yazardı, ama kavga etmeyecek kadar çelebi bir adamdı. Bizim Lütfü ağabey ise, hep yaka paça kavgaya tutuşur, adam döver, ama fikri zikri olmayan bir yiğit sağcı gazeteciydi..
Bir gün azılı solcu Naci Sadullah ile Lütfü Aksungur’un kapıştığı haberi ile İzmir Basını çalkalanmış.. Koşup gitmişler, Naci Sadullah’a sormuşlar:
- Üstad neler oldu?
- Lütfü’ye bir çaktım, yere devirdim!
Aynı kişiler bu kez gidip Rauf Lütfü Aksungur’a sormuşlar:
- Yahu üstad bir şeyler duyduk, doğrusunu sen anlat?..
- Naci ile fikir münakaşasına girdik. Mat ettim keratayı!..
Yazarlar, pimpiriklidir demiştik. Rauf Lütfü Aksungur, örneğin sürekli gazetecilikteki başarılarıyla övünürdü, ama anlattığı olaylar 60-70 yıl öncesinin olayları olduğu için biz genç yazarlar, Binbir Gece Masalları dinler gibi dinlerdik..
Halikarnas Balıkçısı da anlatırdı ama, alemlerin külliyatından sayfalar açardı. Halikarnas Balıkçısı, evinde odasında halının üstüne yüzüstü yatarak yazarmış. Yazarların ev halleri ayrı bir araştırma konusu. Binlerce kitaplık kütüphanesinin içinde öğrencilere Modern Matematik özel dersi veren Turgay Gönenç, bir yandan problem çözer, öte yandan sanat, estetik, edebiyat üzerine denemeler, günceler karalar veya şiir yazardı.
Takım elbisesini kuşanıp ciddiyetle evinde romanını yazan biri var mı acaba?.. Turgut Özakman, eserlerini mutlaka rahat resmi giysiler içinde yazıyordur.. Rasim Ozan Kütahyalı’nın palyaço giysisi giyip yazdığını ileri sürerseniz, inanırım.. Cinsel romanlar yazanlar, örneğin Ahmet Altan çıplak mı yazar?.. Pembe veya mavi çizgili pijamayla ve plastik terlikle şiir yazan, bir şair var mı acaba?..
Hapishanede yazan Mustafa Balbay, Zulümhane kitabını kurşun kalemle kağıda yazmış.. Bilgisayar vermiyorlarmış, bilgisayar bir silaha dönüşebilirmiş..
Leman dergisinin 17 Kasım 2010 tarihli sayısında Engin Ardıç’ın bir karikatürü vardı. Bu yazarın nasıl yazdığını anlatmış karikatürcü.. Engin’in kaleminden insan pislikleri boğum boğum kağıda dökülürken, Yazı işleri‘nden telefonla beyimizi arıyorlar:
- Gasteyi bağlıyoruz Engin abi.. Yazıyı sıçtın mı, baskı bekliyo..
Eğer biri, benim hakkımda böyle bir karikatür yapsaydı, silahı alır beynime dayardım.
Peki sen nasıl yazarsın, diye sorarsanız?..
Ben eşofman giyip yazarım, iyi mi?..
Belki, yazı yazmayı bir spor filan sanıyorum.
Maraton veya hiç bitmeyen bir futbol maçı!..