Edebiyatımızın Cumhurbaşkanı denilen Doğan Hızlan, “Bir kitaba verilen emeğin yüceliği beni daima etkilemiştir” diye buyuruyor, doğru söze şapka çıkaralım. Bacon, “İyi kitap, iyi arkadaştır” demiş. Victor Hogo’nun yine filozofluğu tutmuş, “Kitaplar, sessiz ama güvenilir dostlardır” diye buyurmuş. Swift, kitabın beyin ürünü olup, beyne uzandığını ima etmiş, “Kitaplar beynin çocuklarıdır” diye sımsıcak bir anlatımda ısrar etmiş.
Benjamin İsrael, “Kitabın bazen bir savaş kadar büyük olabileceğini” hatırlatmış. Çiçero, “Kitapsız ev, ruhsuz vücuttur” demiş. “Yasalar ölür, kitaplar kalır” diyerek selülozun ölümsüzlüğünü vurgulamış.
James Haweel, “Dünyayı yöneten kalem, mürekkep ve kağıttır” diyerek sorunun tam üstüne basmış. Puşkin, “Kitapları iki gruba ayırmak lazımdır, günün kitapları ve her zamanın kitapları” diyerek kalıcı karizmaya dikkat çekmiş. Didero, “Aklın tedavi yerleridir” diye buyurarak, kitapların psikolojik gücünü ortaya sermiş.
Kitap özdeyişlerden bazılarını aktaralım:
Kitap aklın ilacıdır..
İnsanlar ölür, kitaplar ölmez..
Uygarlığın temeli kitaptır..
Kitabı dolaba değil kafana koy..
Kitap dersini daima tekrarlayan bir öğretmendir (M.Proust).. Kitaplarım, bana yetecek kadar büyük bir krallıktır (Prof.Süheyl Ünver).. Yabani uluslar dışında her uygar ülke kitaplarla yönetilir (Voltaire)..
Bu arada Ruhan Bilkay da güzel bir kitap sözü söylemiştir: “Okumak bir eylemdir”, şeklinde. Yıllar önce Yeni Asır gazetesinde birlikte çalıştığımız, çok kibar bir genç muhabir olarak tanıdığım Ruhan, şimdi Ayrıntı Yayınları’nın yöneticilerinden. Bu sözünü Facebook’a yazınca, birçok eski muzip arkadaş hemen laf çarpıtmaya başladılar, gördüğüm en başarılı sanat muhabirlerinden Emine Kantarcı anında Ruhan’dan yana çıktı, Faik Kalkan ise “Ben Zagor, Kızıl Maske okuyorum”, demez mi?.. Napsın doğruyu söylüyor. Ruhan, edebi takılmak istiyor, Faik ise halk çocuğu gibi.. Facebook’ta kapıştılar. Ruhan, “Ciyaaaak.. Ciyaaak diye bağırıyorum bu duruma” diye yazdı. Emine, Faik’e kızdı köpürdü, böyle entel sohbetlere sen balıklama dalma diye. Ben en sonunda, şu yazdığım kitabı anlatan, hem Tolstoy’u, hem Zagor’u kucaklayan bir kitap karaladığımı ve aylardır bu yüzden elbiselerimle uyuduğumu ve sol gözümün artık hiç görmediğini anlattım. Hepsi birden bana yüreklendirici yanıtlar verdiler. Kitabım çıkınca üçüne birden göndereceğim. Söz..
Hatırlarsınız.. Kitap in midir, cin midir? diye sormuştuk.. Ben galiba en hoşuma giden tarifi buldum.. Hiç bir gemi, bizi bir kitap kadar uzaklara götüremez.. Bu güzel sözü kim söylemiş bilemiyorum. Demokrat Urla gazetesinde Muhsin Durucan isimli bir yazarın yazısında gözüme çarptı. Beni çok uzaklara savurdu.. Haçlı Seferleri ile ilgili bir roman okuyorsunuz örneğin, bir anda kendinizi Kudüs kalesinin surlarında bulursunuz.. Bir felsefe kitabında Platon ile buluşursunuz, bir kitapla kutuplara, bir başkası ile uzak adalara gidersiniz, kutsal kitapları okurken Peygamberler çağına uzanırsınız..
Hangi gemi bunu başarabilir ki?
Bu arada “Kebikeç”ten söz açalım. Kebikeç, çok eski kadim zamanlarda kitapları güveden ve çeşitli belalardan koruyan cinin ismidir. İbranice’den gelen bu söz, Kebikeç’ in melek veya şeytan anlamına geleceğini de fısıldıyor; ama bence şeytan olamaz, çünkü kitaplar şeytana karşıdır. Yeni bir kitap yayınlandığında eski adamlar, “Ya kebikeç..” diyerek, kitap cinini haberdar ederlermiş. Kitabın bir köşesine “ Ya kebikeç ihfazu’l varak” yazarsan, kitaba haşarat, böcek, güve, müve yanaşamazmış. Bir zamanlar, bir Sultan en önemli kitabının delik deşik olduğunu görünce vezirine köpürmüş:
- Yahu, bu kitabın bir tarafına kebikeç yazmadınız mı?
- Aman Sultanım.. Yazdık amma.. Haşaratlar, önce o yazıyı yemişler, sonra sıra kitaba gelmiş.. Haşarat artık akıllandı Sultanım..