Yazının başlığını okuyunca, ardından mırıldandığınızı duyar gibiyim. “İlk aşkım, İlk heyecan” sözleri dökülmüştür dudaklarınızdan mutlaka… Oysa bu sefer aşktan, heyecandan çok gençliğin ne istediği veya ne istemeli gibi bir konuyu konuşmamız, belki de onları anlamamıza yardımcı olacaktır.
24 yaşında evlenmeye kalkıştığımda; bazı büyüklerin “erken yaşta evlenip çocuk sahibi oldun mu, çocuklarınla arkadaş gibi olursun.” dediklerini hatırlıyorum. Ne demek istedikleri çok açıktı. Onları daha iyi anlayabileceğimizi ifade ediyorlardı.
Peki, öylemi oldu? Doğrusu tam da söylendiği gibi olmadı. Oğlumla aramızdaki 24 yaş fark, onunla ilgilenmemde fiziksel olarak beni yormayacak, ona ayak uydurabilecek bir süreyi ifade etse de, onun isteklerini tam anladığımı söyleyemem.
Aramızda ki yaş farkı hep aynı kalsa da, kuşak farkı kendini hep hissettirdi bizlere. Daha geçenlerde yeni aldığım telefonun kurulum işlemi için oğluma nasıl ihtiyaç duyduğumu, yolunu dört gözle nasılda beklediğimi bir anlatsam sizlere…
Büyük oranda yaşıtlarımın beni anlayacağını sanıyorum.
Toplumun geleceğini oluşturan bu sosyal grup, idealist, hareketli, atılgan ve yenilikçi kimlikleriyle, bedenen gelişmelerini tamamlasalar da, manevi ve ruhi yönden gelişmeye devam ettiklerine göre, bu gelişme süreçlerinde biz ebeveynlerine ne kadar ihtiyaç duyuyorlar?
Bir küçük hikâye ile devam edelim. Genç bir adam ormanda kaybolmuş. Günler sonra yaşlı birine rastlamış. Yaşlı adam da ormanda kayıpmış ve genç adama “çıkış yolunu birlikte aramayı” önermiş. –“Olmaz” demiş genç adam. –“Çıkış yolunu bilseydin şimdiye kadar bulurdun.” –“Ama” demiş yaşlı adam. –“Ben çıkmayan yolları öğrendim.”
Bir anne veya bir baba olarak bizler tecrübelerimizi çocuklarımıza aktarmak isteriz, ancak onlar bu tecrübeleri kendileri yaşayarak mı öğrenseler daha iyi olacak? Doğrusu bunun net bir cevabının olduğunu sanmıyorum.
Tabii bizler onların bu yaşam sınavından hiç yara-bere almadan geçmelerini istiyoruz. Yaşam dinamik bir süreç biliyoruz. Bu dinamizm de, gençler için yavaşlamayacak, değişim göstermeyecek. Ayak uydurmak zorunda kalacaklar. Bunun da en kolay yolu kendilerine hedefler koymak olacaktır.
“Gençleri bırakınız dünyayı hayal ettikleri gibi görsünler, büyüyünce nasıl olsa olduğu gibi göreceklerdir.” Voltaire
Bu özlü söz bize, gençlerin gerçeklerle karşılaşacakları sürece kadar, serbestçe hareket etmelerini, dolayısıyla fazla müdahil olmamamız gerektiği mesajını veriyor. Ne diyelim kuşak farkı olsa da, biz onları anlamaya çalışacağız. Onlara güvenmeye devam edip, onların hayallerine kavuşmaları için tüm olanakları hazırlayacağız.
Onlara büyük önem veren ve Samsun’a çıktığı tarihi 19 Mayıs 1919’u gençliğe armağan eden Mustafa Kemal Atatürk, gençliğin ve aydınların toplum hayatındaki önemli rolünü sezinlemiş, gençliği bulunduğu toplumun kurallarına uyabilen, sağlıklı ve sağlam bir nesil olarak görmek istemiştir.
Atatürk'e göre iyi eğitim almış, çağdaş bilgilerle donatılmış ve milli bir terbiye alabilen gençlik, hem yaratıcı, hem gelişmeci, hem de milli varlığı yüceltici olabilirdi. Atatürk gençlikten, vatan sevgisi ve Türkiye'yi muasır medeniyet seviyesine çıkarabilmek için, yoğun bir çalışma beklemekteydi. Nitekim şu sözü bunu doğrulamaktadır:
“Gençler siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin vatan muhabbetinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız” (Atatürk diyor ki, MEB 1980 shf.87)
Gençlik için; ulusları yaşatacak, sürekli kılacak ve milli kültürü daha sonraki nesillere aktaracak, taşıyıcı kuvvet olarak gören Atatürk, gençliğe şu öğüdü verir.
“Ey yükselen yeni nesil istikbâl sizindir. Cumhuriyeti biz tesis ettik, onu ilâ ve idame ettirecek sizsiniz.”
19 Mayıs Atatürk’ü Anma-Gençlik ve Spor Bayramımız kutlu olsun.